Türkiye - Libya MEB Sınırlandırma Anlaşması

Doğu Akdeniz’de atılan en önemli adımlardan biri Libya ile Türkiye arasında 2019’da imzalanan ve her iki ülkede de aynı yıl yürürlüğe giren MEB Sınırlandırma Anlaşması’dır. Anlaşma ile Türkiye’nin Doğu Akdeniz’e dair hukuki savlarının diğer devletlerce kabul edilmediği fikri büyük ölçüde yıkılmıştır. Türkiye artık Doğu Akdeniz’de deniz sınırlandırma anlaşması yapan bir ülke konumuna gelmiştir.

BM Genel Sekreteri, anlaşmanın BM Sözleşmesi’nin 102. maddesi gereğince Sekreterliğe kaydedildiğini 30 Eylül 2020 tarihinde onaylamış ve tescil edilerek gereken kayıt işlemi gerçekleştirilmiştir.
BM Sözleşmesi’nde yer alan bu maddenin amacı, uluslararası hukuka aykırı diplomasi yürütülmesini engellemek ve devletler arası şeffaflığı sağlamaktır. Bu durumun sonuçları Türkiye için büyük önem arz etmektedir. Böylelikle Türkiye’nin söz konusu bölgedeki sismik araştırma ve sondaj faaliyetleri başka bir hukuki meşruiyet kazanmış ve iki devlet arasındaki deniz sınırında bu tür faaliyetler için hukuki bir zemin oluşturulmuştur.
Uluslararası hukuk çerçevesinde atılan tüm bu adımlara karşın Yunanistan, bölgede söz hakkı olan ülkelerle Türkiye’nin kıta sahanlığını ihlal eden anlaşmalar yapmaya çalışarak Doğu Akdeniz’de söz sahibi olmak istemektedir. Bu kapsamda da geçtiğimiz yıl Mısır ile Deniz Yetki Alanları Sınırlandırma Anlaşması imzalamıştır. Bu anlaşma ile sözde sınırlandırılan alan, daha önce BM’ye bildirilmiş olan Türk kıta sahanlığı içinde yer almaktadır. Anlaşmanın asıl amacı, Mısır ile Yunanistan arasında çizilecek deniz yetki alanları sınırı ile Türkiye ile Libya deniz yetki alanları sınırını ortadan kaldırmaktır. Ancak imzalanan bu sınırlandırma anlaşması, 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne aykırıdır.
Bu sözleşmenin 7. maddesinde, “Kıyının derin bir şekilde girintili ve çıkıntılı olduğu yerlerde veya kıyının hemen yakınında kıyı boyunca uzanan bir adalar saçağı varsa esas hattın çiziminde uygun noktaları birleştiren düz esas hatlar yöntemi kullanılabilir.” ibaresi yer almaktadır. Lakin Yunanistan, Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarına ilişkin olarak, Girit ve Rodos hattını esas alan bir ortay hatta dayalı deniz yetki alanı oluşturmaktadır. Bu şekilde de Türkiye’nin bölgedeki kıta sahanlığını ihlal etmektedir.
Oysa ki BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 7. maddesinin 3. fıkrası, düz esas hatlar çizimini şu şekilde bir şarta bağlamaktadır: “Düz esas hatların oluşturduğu çizginin sahilin genel yönünden hissedilir bir biçimde sapmaması ve bu hatların berisinde kalan deniz uzantılarının iç sular rejimine tabi tutulabilmesi için bunların kara sahasına yeter derecede bağlı olmaları gerekir.”
Anlaşmaya göre Yunanistan, düz esas hatlar yöntemini Girit ve Rodos’a uzatarak çizmiştir. Girit Adası Yunanistan ana karasına 51 deniz mili, Rodos ise Yunanistan ana karasına 186 deniz mili uzaklıktadır. Bu şekilde çizilen hat, Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin MEB için tanıdığı 200 deniz milinden az mesafede yer almakta, yani kıyıyı tamamlamamaktadır; dolayısıyla yapılan anlaşmada çizilen hatlar, BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin belirttiği şartlara uygun değildir.
Anlaşmanın uluslararası hukuka aykırı olan bir diğer yanı ise Yunanistan’ın kendisini BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 46. maddesine atıfla adalar devleti olarak tanımlamasıdır.
Yunanistan’ın yaptığı bu tanımlama da yanlıştır; çünkü maddede adalar devletinin “tamamen” bir ya da daha fazla adadan oluşması gerektiği öngörülmüştür. Oysa ki Yunanistan bir yarımada devletidir; dolayısıyla Yunanistan’ın kendisine bağlı Skyros, Girit ve Rodos gibi adaların çevresinden düz esas hat belirlemesi, açık bir deniz hukuku ihlalidir.
Uluslararası Adalet Divanı da 200 deniz milinden kısa/eşit mesafede yer alan ada gruplarını bu madde kapsamında kabul etmediği kararlar almaktadır. Nihayetinde Yunanistan’ın var olmayan bir şeyi varmış gibi göstererek anlaşma yapması hem Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin muhtevası bakımından hem de Türkiye’nin uluslararası hukuka göre tanımlanan hakları bakımından -ki Yunanistan Türkiye’nin haklarını açık bir şekilde ihlal etmektedirkabul edilebilir değildir. Egemen bir ülke olan Türkiye’nin uluslararası hukuk zemininde deniz yetki alanlarında her türlü faaliyetini istikrar ve kararlılık içinde sürdürmesi, bu tür ihlallere karşı taviz vermediğinin ve vermeyeceğinin göstergesidir.
Netice
Doğu Akdeniz’in karmaşık ve gerilimli coğrafyasında, çakışan çıkarlar ve bölgede tespit edilen doğal kaynak rezervlerinin artması nedeniyle son zamanlarda önem kazanan kıta sahanlığı ve MEB sınırlarının belirlenmesi hususu, devletler arasında ciddi sıkıntılara sebep olmaktadır. Türkiye BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne taraf olmamasına rağmen hem bölgede en uzun kıyıya sahip olması hem de izlediği politikaların tamamını uluslararası hukuk çerçevesinde gerçekleştirmesi sebebiyle bölgede daha güçlü ve haklı bir konumdadır. Fakat izlediği bu doğru politikaya karşın Türkiye bazı konularda eksik kalmaktadır.
Örneğin her ne kadar yaptığı anlaşmalarla zımnen MEB ilanında bulunmuş olsa da bu durumu açıkça da ilan ederek BM’ye bildirmesi gerekmektedir. Türkiye’nin MEB sınırlarını belirlemesi, Doğu Akdeniz’deki politikalarını ve uygulamalarını bu sınırlara göre şekillendirmesi açısından da ehemmiyet arz etmektedir. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de yaşadığı bir diğer önemli sorun ise KKTC’nin tanınırlığı meselesidir. Nitekim KKTC’nin tanınırlığı GKRY kadar olmadığı için ada açıklarındaki doğal kaynakların araştırılması, çıkartılması, işletilmesi ve kullanılması konusunda Rum yönetimi ile eşit hak ve yetkilere sahip görülmemektedir.
Bu durum KKTC’nin haklarının ihlal edilerek arka planda bırakılmasına sebep olmaktadır. Dolayısıyla Türkiye, iş birliği içerisinde olduğu ülkeler vesilesiyle KKTC’nin devletler nezdinde tanınırlığını da arttırmalıdır. Türkiye genel olarak Doğu Akdeniz’deki kaynakların hakça paylaşımı ve diğer meselelerin de hakkaniyetli bir şekilde çözümü için KKTC ve Libya ile olduğu gibi Doğu Akdeniz’e kıyısı olan diğer devletlerle de (Suriye, Lübnan, Filistin&İsrail, Mısır, GKRY) kendi hak ve menfaatlerini gözeterek uluslararası hukuk zemininde çok taraflı bir uzlaşı içerisine girmelidir. Son olarak, Türkiye’ni Doğu Akdeniz’e ilişkin tüm tezlerini dayandırdığı ancak taraf olmadığı 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne taraf olması, gerçekleşmesi olası görüşmelerde elini daha da güçlendirecek bir adım olacaktır.






Comments

Popular posts from this blog

"Altın Madeni’nde Siyanürle Altın Aranıyor" iddiası..

Akdeniz’in Hidrokarbon Potansiyeli

Yörükler-1 kuyusu kuru kuyu olma ihtimali riski çok yüksek