Türkiye-Libya Deniz Sınırı Antlaşmasının önemi nedir?

Türkiye-Libya Deniz Sınırı Antlaşması, Türkiye açısından bazı önemli hukuki ve siyasi yansımalar içermektedir.

Bunlardan ilki, bu Antlaşma ile Türkiye’nin Doğu Akdeniz’e dair hukuki argümanlarının, bölgedeki diğer devletlerce kabul görmediği anlayışı önemli oranda yıkılmaktadır. Artık Türkiye, diğer devletlerin yaptığı antlaşmalara yalnızca itiraz eden ya da diğer ülkelerin haklarını “gasp etmeye çalışan” bir ülke konumundan, ifade ettiği hukuki yaklaşımları kabul görerek, Doğu Akdeniz’de deniz sınır antlaşması yapan bir ülke konumuna gelmiştir.
Bu durum Türkiye’nin, Doğu Akdeniz’de deniz alanlarının sınırlandırılması ile ilgili hukuki yaklaşımının güçlenmesi açısından önem arz etmektedir. Türkiye’nin, uluslararası hukukun ilgili kuralları temelinde sınırlandırmanın hakça bir çözüm yaratması gerektiği ve bu bağlamda kıyı uzunlukları arasındaki farkın büyüklüğünün en önemli faktör olduğu görüşü, bu Antlaşma ile daha da somut bir içerik kazanmıştır.
Antlaşma’nın giriş kısmında “bütün ilgili faktörler göz önünde bulundurularak, adil ve hakça sınırlandırılmasının yapılmasını kararlaştırmış olarak" ifadesine yer verilmiştir. Bu ifadeler, deniz alanlarının sınırlandırılmasında, Türkiye’nin önceden beri ifade ettiği ve uluslararası hukukun ilgili kuralları ile de örtüşen hukuki yaklaşımının, bu Antlaşma ile de kabul gördüğünü göstermektedir.
Öte yandan, Yunanistan’ın Ege Denizi’nin güney ve güney doğu kesiminde bulunan adalarına ve Meis Adası’na, sınırlandırmada hakkaniyet gereği deniz yetki alanı verilmemesi gerektiğine dair Türkiye’nin yaklaşımı bu Antlaşma ile Libya tarafından da kabul görmüş durumdadır.
Üçüncü olarak, Antlaşma’nın gelecekte yapılabilecek sınırlandırma süreçleri için de dikkate alınması gereken bir hukuki durum yarattığı ifade edilebilir. Sınırlandırma sorunlarının uluslararası yargı vasıtası ile çözülmesi durumunda, ilgili yargı kuruluşunun bu durumu "dikkate alınması gereken bir durum" olarak görmesi kuvvetle muhtemeldir.
Antlaşma’nın bir başka önemli yansıması ise, Türkiye’nin söz konusu bölgede doğal kaynak arama ve işletme faaliyetlerinin meşru bir zemin kazanmasını sağlamış olmasıdır. Söz konusu Antlaşma ile belirlenmiş sınır, iki devlet arasından imzalanmış bir Antlaşma olması hasebi ile bu tür faaliyetler için hukuki zemin teşkil edebilecektir. Nitekim Türkiye ve Libya’nın ortak doğal kaynak arama faaliyetleri yapma yönünde daha sonra aralarında bazı görüşmeler yapıp kararlar aldıkları da bilinmektedir.
TÜRKIYE-LİBYA DENİZ SINIRI ANTLAŞMASI’NA İTIRAZLAR NELER?
Türkiye-Libya Deniz Sınırı Antlaşması’nın yapılmasının hemen akabinde, Yunanistan, Mısır ve Suriye, BM’ye birer nota göndererek Türkiye-Libya Deniz Sınırı Antlaşması’nı tanımadıklarını ve bu antlaşmayı hukuken yok saydıklarını bildirdiler. Ayrıca Yunanistan ve Mısır resmi makamları, basında yer alan birçok açıklamada söz konusu Antlaşmayı tanımadıklarını sıkça dile getirdiler.
Yunanistan, Türkiye-Libya sınırlandırma antlaşmasına “kendi adalarının kıta sahanlığı alanlarını ihlal ettiği” ve ayrıca 2015 BM Güvenlik Konseyi tarafından 2259 (2015) sayılı karar vasıtası ile onaylanan Libya Siyasi Antlaşması’nın 8. maddesi, paragraf 2 (f) uyarınca, Libya Temsilciler Meclisi tarafından onaylanmadığı için bu anlaşmanın geçersiz ve yok hükmünde olduğunu ifade etmiştir.
Daha da çarpıcı olan, Yunanistan’ın, söz konusu antlaşmanın hukuken yok hükmünde olduğu ve Libya Parlamentosu tarafından onaylanmadığı gerekçeleri ile Antlaşma’nın, BM Antlaşması’nın 102. maddesi çerçevesinde tescil edilmemesi ve BM Okyanus İşleri ve Deniz Hukuk Dairesi tarafından web sayfasında yayınlanmamasını talep etmiştir.
Öte yandan Mısır da benzeri itirazları dile getirerek, özetle, Türkiye-Libya arasında 27 Kasım 2020 tarihinde akdedilmiş antlaşmaların, Güvenlik Konseyi’nin Libya ile ilgili kararlarını ve özellikle Güvenlik Konseyi’nin 1970 (2011) kararının 9. paragrafını açıkça ihlal ettikleri” gerekçeleri ile geçersiz olduklarını iddia etmiştir. Mısır ayrıca, söz konusu antlaşmaların “Libya Siyasi Antlaşması” hükümleri bağlamında “usulsüz” yapıldı iddiasını da dile getirmiştir.
Ayrıca Mısır, Yunanistan’a benzer bir şekilde, Türkiye ve Libya tarafından talep edilmesi durumunda, BM Genel Sekreterliği’nden, BM Şartı’nın 102. maddesi uyarınca Türkiye-Libya antlaşmalarının tescil edilmemesi gerektiğini ve Okyanus İşleri Dairesi ve Deniz Hukuku tarafından herhangi bir biçimde yayınlanmamasını talep etmiştir.
Bölge ile doğrudan bir yakınlığı olmamasına rağmen Suriye, Türkiye-Libya Deniz Sınırı Antlaşması’nı “tanımadığını”, “hukuki, siyasi veya pratik sonuçlarını geçersiz” kabul ettiğini bildirmiştir. Gerekçe olarak ise, “uluslararası hukuka göre savaş ve iç savaş zamanında, o devletin olağanüstü şartlarını istismar ederek yapılan antlaşmaların geçersiz olduğu” ve ayrıca “Libya Siyasi Antlaşması’nın 8. maddesine göre bu uluslararası mutabakatın geçerli olabilmesi için Libya Parlamentosu tarafından da onaylanması gerekirken, Parlamento’nun 2 Şubat 2020 tarihinde BM’ye mektup göndererek söz konusu antlaşmayı reddettiğini bildirdiği” gerekçelerini ifade etmiştir. Sonuç olarak Suriye, BM
Antlaşması’nın 102. maddesi gereğince BM tarafından Antlaşma’nın “tescil edilmemesi” gerektiği ve BM Okyanus İşleri ve Deniz Hukuku Dairesi sayfasında yayınlanmaması gerektiğini talep etmiştir.
Birleşmiş Milletlerin Türkiye-Libya Deniz Sınırı Antlaşması’nı Tescil Etmesi ne anlama geliyor?
Görüldüğü gibi Yunanistan, Mısır ve Suriye, Türkiye-Libya Sınır Antlaşması’nın hukuken ve sonuçları ile geçersiz olduğunu, bu Antlaşma’yı tanımadıklarını beyan etmişler, ayrıca belirttikleri geçersizlik ve tanımama nedenlerini öne sürerek Türkiye-Libya Deniz Sınırı Antlaşması’nın BM tarafından tescil edilmemesi ve BM Okyanus İşleri ve Deniz Hukuku Dairesi tarafından yayınlanmaması gerektiğini iddia ve talep etmişlerdir.
Ancak, Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun 1 Ekim 2020 tarihinde yaptığı açıklamasından anlaşılmaktadır ki, söz konusu Türkiye-Libya Deniz Sınırı Antlaşması BM tarafından tescil edilmiştir. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, ayrıca BM Genel Sekreteri’nin imzasını taşıyan 30 Eylül 2020 tarihli onay belgesini de kamuoyu ile paylaşmıştır.
BM Antlaşması’nın 102. maddesinin 1. paragrafı, BM üyesi olan her devlete, taraf oldukları her antlaşmanın ya da sözleşmenin, mümkün olduğunca en kısa süre içerisinde BM Genel Sekreterliği’ne tescil ettirilmesi yükümlülüğü getirmektedir. 102. maddenin 2. paragrafı ise, bu şekilde kaydettirilmesi gerekip de kaydettirilmeyen antlaşma ya da sözleşmelere taraf olan ülkelerin, bu antlaşma ya da sözleşmeleri BM’nin hiçbir organı nezdinde öne süremeyeceklerini belirtmektedir. Bu hükümden çıkarılması gereken bazı temel prensipler mevcut.
Öncelikle, devletler arasında yapılan ikili ya da çok taraflı her bir antlaşma ya da sözleşme, BM Genel Sekreterliği’ne kaydettirilmelidir. Dolayısıyla, BM Genel Sekreterliği, devletlerin taraf olduğu ve kendisine bildirilen ve bir uluslararası antlaşma niteliği taşıyan belgeleri, uluslararası antlaşmalar listesine kaydedecektir.
Ayrıca kaydedilmeyen antlaşma niteliğindeki belgeler, BM organları önünde bir antlaşmaymış gibi ileri sürülemeyecektir. Bir uluslararası yargı kuruluşu olan Uluslararası Adalet Divanı’nın ve Uluslararası Deniz Hukuku Mahkemesi’nin de BM organları olduğu hatırlandığında, kaydettirilmemiş antlaşmalar, bu yargı organları önünde de ileri sürülemeyecek yani bu yargı organları tarafından dikkate alınmayacaktır.
BM Genel Sekreterliği, kendisine bildirilen bütün ikili mutabakatları “antlaşma” ya da “sözleşme” olarak kabul etmekte zorunda mıdır?
Tersinden bakıldığında, uluslararası antlaşma niteliği kazanmamış ikili ya da çok taraflı mutabakatları, onaylamayı reddetme hakkı var mıdır?
Bu konuda 102. maddede açık bir hüküm içermemekteyse de açıkça antlaşma niteliği kazanamamış ya da kazanamayacak nitelikte bir mutabakatın BM Genel Sekreterliğince tescil edilmeyeceği ve
antlaşma olarak kaydedilmeyeceği açıktır. Zira, açıkça uluslararası antlaşma sayılamayacak bir belgenin, BM Genel Sekreterliğince “antlaşma” olarak tescil edilmesinin ve yayınlanmasının, 102. maddenin lafzına ve ruhuna uygun düşmeyeceği açıktır.
Ancak burada asıl husus Yunanistan, Mısır ve Suriye’nin bazı gerekçeler belirterek, Türkiye-Libya Sınır Antlaşması’nın tescil edilmemesini BM’den somut olarak talep etmiş olmalarıdır. İşte bu noktada, BM Genel Sekreteri’nin bu gerekçeleri ve talepleri incelemesi kaçınılmaz olmuştur.
BM Genel Sekreterliği’nin bu inceleme neticesinde, bu talep ve gerekçeleri uygun görmemiş olması, Türkiye-Libya Sınır Antlaşması’nın geçerli bir uluslararası antlaşma olduğu anlayışını büyük oranda güçlendirmektedir.
BM Genel Sekreterliği, antlaşma olarak tescil ettiği bütün uluslararası mutabakatları, BM Antlaşmalar Serisi başlığı ile BM’nin kurulduğu yıldan bu yana yayınlanan resmi bir dergide yayımlanmaktadır. BM Antlaşmalar Serisi’nin, ulusal hukuk düzenlerindeki resmi gazetelere benzer bir resmi yayın niteliği taşıdığı söylenebilir. Bu nedenle, bu seride yayınlanan antlaşmalar, diğer devletler ve uluslararası örgütler açısından yürürlükteki antlaşmalar listesi olarak, bir ön kabul niteliğinde kabullenilmiş olmaktadır.
Ayrıca BM Okyanus İşleri ve Deniz Hukuku Dairesi, denizlere dair devletlerin oluşturdukları ulusal mevzuat düzenlemelerini ve yaptıkları uluslararası antlaşmaları kendi web sayfasında, her ülke adına ayrı ayrı yayınlamaktadır.
BM Okyanus İşleri ve Deniz Hukuku Dairesi de hem Libya hem de Türkiye adına sayfalarında bu antlaşmayı, tescilden sonra yayınlamış durumdadır. Bu durumda, Türkiye-Libya Deniz Sınırı Antlaşması’nın bahsedilen web sayfasında yayınlanmamasına dair taleplerin gerekçeleri ile birlikte incelenip uygun görülmediği de açıktır. BM Genel Sekreterliği’nin, Türkiye-Libya Deniz Sınırı Antlaşması’nı bir antlaşma olarak tescil etmesi ve BM Okyanus İşleri ve Deniz Hukuku Dairesi’nin Antlaşma’yı yayınlaması hukuken önemli hususlardır.
Yunanistan, Mısır ve Suriye’nin açıkça belirtilmiş bazı gerekçeler ileri sürerek Türkiye-Libya Deniz Sınırı Antlaşması’nın hukuken geçersiz olduğu ve BM Antlaşması’nın 102. maddesine göre tescil edilmemesi ve yayınlanmaması gerektiği iddialarının BM Genel Sekreterliği tarafından açık bir biçimde uygun görülmediği anlaşılmaktadır.
Bu durum, Türkiye-Libya Deniz Sınırı Antlaşması’nın hukuki geçerliliğine dair oluşturulmaya çalışılan şüphelerin giderilmesine büyük katkı sağlamıştır. Ikinci olarak, bundan sonra Türkiye-Libya Deniz Sınırı Antlaşması’nın, BM’nin bütün organları önünde, bu arada özellikle Uluslararası Adalet Divanı önünde bir uluslararası antlaşma olarak ortaya konabileceği açıktır. Doğu Akdeniz’de yaşanmakta olan deniz sınırlarına dair uyuşmazlıkların özellikle yargı önüne taşınması ihtimali karşısında, bu Antlaşma’nın da dikkate alınması gereken bir mutabakat olarak tescil edilmesi hukuken önemli bir husustur.








Comments

Popular posts from this blog

"Altın Madeni’nde Siyanürle Altın Aranıyor" iddiası..

Akdeniz’in Hidrokarbon Potansiyeli

Yörükler-1 kuyusu kuru kuyu olma ihtimali riski çok yüksek