Türkiye - İsrail İlişkilerinin Tarihsel Gelişimi ve DOĞU AKDENİZ doğalgaz güvenliği..

İsrail Devleti’nin kurulmuş olduğu bölge 16.yy başlarından 1.Dünya Savaşı sonunakadar Osmanlı Devleti himayesindeydi. 1.Dünya Savaşının akabinde İngiltere, Filistin topraklarının kendi koruması altına girmesi adına yoğun çaba sarf etti.
Bu bağlamda 1916 tarihinde imzalanan Sykes-Picot Antlaşması ile Osmanlı Devletinin Ortadoğu’daki toprakları Fransa ve İngiltere paylaşmayı hedeflemişti.
[Bu anlaşmaya göre Suriye’nin tüm kıyı şeridi ile Adana ve Mersin Fransa’ya; Bağdat -Basra arasındaki Dicle-Fırat bölgesi de İngiltere’ye bırakılmıştı. Anlaşmada Filistin’in hangidevletin egemenliğinde olacağı konusu düzenlenmemişti]
Ardından Filistin’de ortaya çıkan Arap-Yahudi çatışmalarıyla başa çıkabilmek adına çaba harcayan İngiltere, 1947 yılının şubat ayında sorunu Birleşmiş Milletlere devretti.
Daha sonrasında Filistin BM kararıyla bölünmüş ve o dönemde Yahudilerin toplam nüfusun %31’ini oluşturmasına rağmen Arapların da sınırları içersinde toprak sahibi olduğu Yahudi Devleti’ne ait sınırlar belirlenmiştir.Filistin’in bölünmesine Araplar tarafından karşı çıkılıyorken, Dünya kamuoyuna orada bir Yahudi Devleti oluşturulduğu kabul ettirilmiştir.
İngilizlerin Filistin topraklarından ayrılmasının ardından 9 Nisan 1948’de Kudüs yakınlarında 400 kişilik köy olan “Deir Yasin” de aralarında kadın ve çocuklarında bulunduğu 254 kişi Siyonist militanlar tarafından katledilmiştir. Dönemin İsrail Başbakanı Menahem Mengin, “Bu eylemi yapmasaydık İsrail olmayacaktı.” açıklamasında bulunmuştur. Nihayet 14 Mayıs 1948’de Filistin topraklarında bir İsrail Devleti kurmayı hedefleyen Siyonistler, bu hedeflerinde başarıya ulaşmışlardır.
Balfour Bildirisinden Birleşmiş Milletler Filistin’i bölme kararına kadar Uluslararası Hukuk’un en büyük savunucularından olan Batılı devletler, Filistin topraklarında yaşamlarını sürdürmekte olan insanların tercihlerini dikkate almaksızın Filistin topraklarında İsrail Devleti’nin kurulmasını desteklemişlerdir.İlanın hemen ardından Amerika Birleşik Devletleri, yeni kurulan İsrail devletini ilk tanıyan olmuş, ardından Sovyetler birliği İsrail Devletini tanımıştır.
“İki ülke arasında Türkiye’nin İsrail’i tanıdığı 28 Mart 1949 tarihini takiben başlatılan çalışmalar neticesinde Türkiye’nin İsrail nezdindeki ilk diplomatik temsilciliği, ilk misyon şefi Seyfullah Esin’in 7 Ocak 1950’de güven mektubunu İsrail Cumhurbaşkanı Hayim Weisman’a sunmasıyla resmen açılmıştır."
Türkiye, İsrail Devleti’ni 1949 yılında tanıdı. Bu tutum Türkiye’nin batı bloguna olan siyasi,ekonomik bağımlılığı sebebiyle Türkiye’nin yapması gerekli görülen bir politik davranış olarak yorumlandı.
1950 yılında Elçilik olarak açılan temsilciliğimiz, Süveyş Kanalı krizinin ardından 26 Kasım 1956‘da maslahatgüzarlık seviyesine indirilmiş, daha sonrasındailişkilerde atılan olumlu adımlara paralel olarak 1963 Temmuz ayında yeniden Elçilik, 1 Ocak1980 itibariyle Büyükelçilik seviyesine yükseltilmiştir.
Ancak 1980 yılında İsrail’in Doğu Kudüs’ü ilhak ve Kudüs’ü ebedi başkent ilan etmesinin ardından Türkiye Kudüs konsolosluğunu kapatarak Tel Aviv’deki temsil seviyesini İkinci Katip seviyesine düşürmüştür.
1986 yılına gelindiğinde ilişkileri maslahatgüzar seviyesine çıkarılması kararlaştırıldı. İki yıl sonrasında Filistin’in bağımsızlığını tanıyanTürkiye ile İsrail ilişkileri durgunluk dönemine sürüklendi. 1980’lerin sonuna gelindiğinde Türkiye’nin İsrail’in BM’de temsilini yasaklayan taslağa ret oyu vermesi ilişkileri yumuşatmış ,1990’ların başlarında güvenlik ve askeri alanda eğitim ve işbirliği anlaşmasının imzalanmasıyla ilişkiler yeniden normalleşti.
1990’lı yılların ardından, Ariel Şaron’un başbakan olmasından sonraki barış karşıtı tutumları nedeniyle ilişkiler tekrar bozuldu ve İsrail ile stratejik işbirlik yerini ortak dengeli ilişkiye bıraktı.
1990’larda ortak tehdit düşüncesiyle yakınlaşan Türkiye ve İsrail, 2000’liyıllarda bu algıların değişmesiyle birbirlerinden uzaklaştıkları bir sürece girmişlerdir.
Ardından 2011 de ortaya çıkan Arap Baharı yansımaları ikili ilişkileri bir süre birbirindenayırmıştır. 2013 yılında Obama’nın İsrail’i ziyareti sırasında başbakan Binyamin Netenyahu dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ı arayarak özür dilemiştir. Dışişleri bakanlığı tarafından yapılan basın açıklamasında şu ifadelere yer verilmiştir;
“Sayın Netanyahu, İsrail tarafından Mavi Marmara hadisesiyle ilgili olarak yürütülen ve bir dizi operasyonel hatanın yapıldığına işaret eden soruşturma ışığında, can kaybına veya yaralanmaya yol açan her türlü hatadan dolayı İsrail adına Türk halkından özür dilemiş; Sayın Başbakanımız da söz konusu özrü Türk halkı adına kabul etmiştir.”
Bu gelişmenin ardından 3 yıl sonra iki ülke arasındaki ilişkilerin normale dönmesini içeren mütabakat 26 Haziranda Roma’da gerçekleştirildi. Bu uzlaşı metninin taraflarca ayrı ayrı imzalanmasının ardından TBMM’den de onay alınarak iki ülkenin karşılıklı büyükelçi atama süreci yeniden başladı. Uzlaşı metninde yer alan Gazze’ye yönelik yaptırımların hafifletilmesi ve insani koşulların iyileştirilmesinden yola çıkılarak 1 Temmuz 2016 tarihinde Mersin limanından kalkan “Lady Leyla” adlı gemi ile Gazze’ye yardım ulaştırıldı. Daha sonrasında İsrail, Mavi Marmara olayında hayatını kaybedenlerin ailelerine ödenecek 20milyon dolarlık tazminatı Eylül 2016’da ödedi.
Yaşanan olumlu gelişmelerin ardından, iki ülke karşılıklı görevlendirelecek büyükelçilerin isimlerini duyurdu. Büyükelçilerin görev yerlerine gitmelerinin ardından 6 yıllık durma noktasına gelen ilişkiler en üst seviyeye yeniden yükseltilmiş oldu. Normalleşme süreciyle birlikte ikili ilişkilerin hızla gerçekleşmesi beraberinde yeni projeleri getirdi.

Türkiye-İsrail doğal gaz boru hattı projesi avantajlı bir konum kazanıyor...
Bar-İIan Üniversitesi Siyasi Çalışmalar Departmanı Doktor Öğretim Üyesi Elai Rettig, son aylarda yaşanan pek çok gelişmenin bir İsrail-Türkiye gaz anlaşmasını finansal olarak daha önce hiç olmadığı kadar uygulanabilir hale getirdiğini, Ancak bölgesel siyasi mevzular, örneğin belki Kıbrıs'ın anlaşmada bir miktar katılımı olması gibi, bu anlaşma kapsamında çözülmeli." dedi.
Türkiye'yi dışarıda bırakan Akdeniz boru hattı inşa etmek mümkün görünmüyor çünkü ABD böyle bir girişimin ne zamanlama ne fiyat ne de çevresel faktörler sebebiyle destekçisi olmadığını açıkça beyan etti.
Bu bağlamda iki ülkenin enerji bakanlarının bir araya geldiği görüşmenin ardından yapılan basın duyursunda "Bakanlar İsrail'den Türkiye'ye doğalgaz ihracatı fırsatlarını detaylıca görüşmüş ve bu konu üzerine diyalog kurmayı kararlaştırmışlardır." açıklamasına yer verilmiştir. Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşme sürecinde seyir etmesindeki en büyük rol AB'ye doğalgaz ihracatı işbirliğine aittir.
Sonrasında yaşanan keşifler ile Tamar ve özellikle Leviathan sahalarından çıkarılacak olan doğalgazın en kolay ve daha az masraflı bir şekilde Türkiye üzerinden Avrupa’ya aktarılabileceği gerçeği ilişkilerin ılımlı seyir etmesinde en önemli etken olmuştur. Ancak bu noktada İsrail’in GKRY ve Yunanistan ile birlikte oluşturmak istediği Doğu Akdeniz’deki ortaklığın,Türkiye’ye zarar verecek boyutlara ulaşabileceği vurgulanmaktadır. Bu anlamda değerlendirildiğinde Doğu Akdeniz’deki rezervler sadece İsrail, Yunanistan, GKRY açısından değil Türkiye ve KKTC içine alan bir "Doğal Gaz" oyunu olduğunu ifade etmek gerekir.
İSRAİL'LE NORMALLEŞME
Masadaki Doğu Akdeniz'deki kaynakların AB'deki pazarlara dağıtılması seçeneklerinden en ideal olanı doğalgazın Türkiye üzerinden taşınması gerektiği su götürmez bir gerçektir. Bu sayede Türkiye sadece kendi doğalgaz ithalatını çeşitlendirmekle kalmayıp, Avrupa’ya uzanan Doğu Akdeniz Doğalgaz Koridorundan başlangıçta yıllık 10 milyar metreküpe yakın doğalgaza sahip olma şansını elde edecektir. Bu gelişmeler gerçekleşir ise Avrupa Birliği’nin doğalgaz güvenliği açısından Türkiye’nin konumunu daha da güçlendirecektir. Orta vadede ise Rusya gazına olan bağımlılık azalacak ve ithal edilen doğalgaz çeşitlendirilmiş olacaktır.
10 Mart 2022'de;
İsrail Devlet Başkanı Herzog, "Enerji ve enerji güvenliği alanlarında yürütülecek projelerde iş birliğine hazırız. İsrail ve Türkiye birçok alanda hepimizin ev olarak adlandırdığı bu bölgeyi çarpıcı bir şekilde etkileyecek bir iş birliği yapabilir ve yapmalıdır." dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise, "Şu anda bizim elimizde 4 tane sondaj gemisi var. 2 tane sismik araştırma gemimiz var. Karadeniz'de, Akdeniz'de bu çalışmaları iş birliğimizle planlamak suretiyle hayata geçirebiliriz. Müşterek hedefimiz ortak çıkarlara dayalı, karşılıklı hassasiyetlere saygı temelinde siyasi diyaloğu yeniden canlandırmaktır. Son günlerde bölgemizde yaşanan gelişmeler enerji güvenliğinin önemini bir kez daha ortaya koydu. Enerjide iş birliğine hazırız." diye ifade etti 
NOT- Son günlerde bölgemizde yaşanan gelişmeler petrol ve gaz güvenliğinin önemini bir kez daha ortaya koydu. Türkiye ile İsrail Arasındaki Deniz Yetki Alanlarının Uluslararası Hukuka Uygun Olarak Sınırlandırılması; Pragmatik bir kazan-kazan olacak. Türkiye bugünkü "piyasa şartlarında" İsrail doğal gazını birçok gazdan daha uygun fiyatlara alabilir. Ancak,  İsrail’in bağımsızlığından günümüze inişli çıkışlı seyir eden Türkiye-İsrail ilişkileri konusuyla ilgili süreç her an değişiklik gösterebileceğinden sürdürülebilir politika kesin yargıları vermekten kaçınılmıştır.



Comments

Popular posts from this blog

"Altın Madeni’nde Siyanürle Altın Aranıyor" iddiası..

Akdeniz’in Hidrokarbon Potansiyeli

Yörükler-1 kuyusu kuru kuyu olma ihtimali riski çok yüksek