Türkiye - Libya MEB Sınırlandırma Anlaşması Ve Önemi

Doğu Akdeniz’de atılan en önemli adımlardan biri Libya ile Türkiye arasında 2019’da imzalanan ve her iki ülkede de aynı yıl yürürlüğe giren MEB Sınırlandırma Anlaşması’dır. Anlaşma ile Türkiye’nin Doğu Akdeniz’e dair hukuki savlarının diğer devletlerce kabul edilmediği fikri büyük ölçüde yıkılmıştır. Türkiye artık Doğu Akdeniz’de deniz sınırlandırma anlaşması yapan bir ülke konumuna gelmiştir.
Libya anlaşması neden önemli?
Bu anlaşma ile iki ülke Akdeniz'deki doğal kaynaklara hak talep edebilecekleri anlamına gelmektedir. Deniz sınırı antlaşmaları listesine göre, bu iki ülke arasında imzalanan ilk anlaşmadır ve dolayısıyla Akdeniz'in doğu bölgesine yeni bir dinamik getirmektedir.
Bu konjonktürde; “Yunanistan-Mısır ve Yunanistan-GKRY arasında deniz yetki alanlarının paylaşımına dair anlaşmaların imzalanması” ulusal hak ve menfaatlerimize zarar verebilecek en kötü senaryodur. Böyle bir durumda uluslararası hukuktan kaynaklanan yaklaşık 186 bin kilometrekarelik deniz yetki alanımız 41 bin kilometrekare ile sınırlanacak, sözde Seville Haritası hayata geçmiş olacaktır. Tüm bu süreçte Türkiye ise bellibaşlı olarak;
• 2 Mart 2004’te BM’ye verilen nota ile Türkiye’nin 32º 16’’ 18’ Doğu boylamının batısında egemen hakları olduğu ilk kez ortaya konmuş (sonraları defalarca yinelenmiştir),
• 4 Ekim 2005’te BM’ye verilen nota ile Türkiye’nin 32º 16’’ 18’ ile 28º Doğu boylamı arasında 34o Kuzey enlemi kuzeyinde kalan deniz alanlarının kendi kıta sahanlığı olduğu ve 28º Doğu boylamının batısında Ege Denizi’ndeki Türk-Yunan kıta sahanlığı sınırının Akdeniz’e ulaştığı noktaya kadar batıya uzanacağı bildirilmiş,
• 2006’da Türk Deniz Kuvvetleri bölgede Akdeniz Kalkanı Harekatı’nı başlatmış,
• 21 Eylül 2011’de KKTC ile kıta sahanlığı sınırlandırma anlaşması imzalamış, müteakiben KKTC Bakanlar Kurulu tarafından 22 Eylül 2011’de Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığına Kıbrıs Adası’nın etrafında hidrokarbon işletme ruhsatları verilmiş,
• 27 Nisan 2012’de Bakanlar Kurulumuz tarafından alınan bir kararla, Türk Kıta Sahanlığında Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığına 9 Ağustos 2007’de verilen ruhsat sahalarına yenileri eklenmiş ve söz konusu sahaların batı sınırları 28º Doğu boylamına dayandırılmıştır
• 12 Mart 2013’te AB ve BM’ye verilen nota ile 32º 16’’ 18’ Doğu boylamından başlayan ve Mısır-Türkiye kıyıları arasındaki ortay hattı takip eden, 28º Doğu boylamı arasında kalan alanın Türk kıta sahanlığı olduğu, 28º Doğu boylamının batısında kalan kıta sahanlığının ise ilgili ülkelerin katılımı ile yapılacak bir anlaşma ile belirleneceği deklare edilmiş,
• 18 Mart 2019’da BM’ye verilen nota ile söz konusu sınırlar teyit edilmiş,
• 13 Kasım 2019 notası ile 28º Doğu boylamının batısında, Türk kıta sahanlığının batı sınırının ilgili adaların karasularından geçtiği ve adaların Türk kıta sahanlığını kapatamayacağı deklare edilmiştir. Tüm bu süreçte Türkiye ve KKTC’nin öngörülen deniz yetki alanlarında araştırma ve sondaj gemilerimiz Deniz Kuvvetleri’nin himayesinde faaliyet icra etmiş, bizden izinsiz faaliyetler (çoğunluğu özellikle son 3 yılda olmak üzere 20 gemi, 1 sondaj gemisi) ise engellenmiştir. Nitekim kararlı faaliyetlerimiz neticesinde, İtalyan ENI ve Fransız Total Şirketleri Kasım 2019’da GKRY’nin sözde 7’nci parselinde sondaj yapmama kararı almıştır. Fakat Doğu Akdeniz’de diğer devletler ya da yönetimler MEB’i (deniz tabanı, su kütlesi ve üzerindeki tüm canlı ve cansız kaynakları kapsayan) esas alırken, Türkiye tüm bu deklarasyonlarında sadece kıta sahanlığını (sadece deniz tabanını ve cansız kaynakları kapsayan) esas almıştır. Türkiye’nin tüm iyi niyetli girişimlerine rağmen başta GKRY ve Yunanistan olmak üzere diğer kıyıdaş devletler Türkiye’yi yok sayan girişimlerine devam etmişlerdir.
BM Genel Sekreteri, anlaşmanın BM Sözleşmesi’nin 102. maddesi gereğince Sekreterliğe kaydedildiğini 30 Eylül 2020 tarihinde onaylamış ve tescil edilerek gereken kayıt işlemi gerçekleştirilmiştir.
BM Sözleşmesi’nde yer alan bu maddenin amacı, uluslararası hukuka aykırı diplomasi yürütülmesini engellemek ve devletler arası şeffaflığı sağlamaktır. Bu durumun sonuçları Türkiye için büyük önem arz etmektedir. Böylelikle Türkiye’nin söz konusu bölgedeki sismik araştırma ve sondaj faaliyetleri başka bir hukuki meşruiyet kazanmış ve iki devlet arasındaki deniz sınırında bu tür faaliyetler için hukuki bir zemin oluşturulmuştur.
Uluslararası hukuk çerçevesinde atılan tüm bu adımlara karşın Yunanistan, bölgede söz hakkı olan ülkelerle Türkiye’nin kıta sahanlığını ihlal eden anlaşmalar yapmaya çalışarak Doğu Akdeniz’de söz sahibi olmak istemektedir. Bu kapsamda da geçtiğimiz yıl Mısır ile Deniz Yetki Alanları Sınırlandırma Anlaşması imzalamıştır. Bu anlaşma ile sözde sınırlandırılan alan, daha önce BM’ye bildirilmiş olan Türk kıta sahanlığı içinde yer almaktadır. Anlaşmanın asıl amacı, Mısır ile Yunanistan arasında çizilecek deniz yetki alanları sınırı ile Türkiye ile Libya deniz yetki alanları sınırını ortadan kaldırmaktır. Ancak imzalanan bu sınırlandırma anlaşması, 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne aykırıdır.
Bu sözleşmenin 7. maddesinde, “Kıyının derin bir şekilde girintili ve çıkıntılı olduğu yerlerde veya kıyının hemen yakınında kıyı boyunca uzanan bir adalar saçağı varsa esas hattın çiziminde uygun noktaları birleştiren düz esas hatlar yöntemi kullanılabilir.” ibaresi yer almaktadır. Lakin Yunanistan, Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarına ilişkin olarak, Girit ve Rodos hattını esas alan bir ortay hatta dayalı deniz yetki alanı oluşturmaktadır. Bu şekilde de Türkiye’nin bölgedeki kıta sahanlığını ihlal etmektedir.
Oysa ki BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 7. maddesinin 3. fıkrası, düz esas hatlar çizimini şu şekilde bir şarta bağlamaktadır: “Düz esas hatların oluşturduğu çizginin sahilin genel yönünden hissedilir bir biçimde sapmaması ve bu hatların berisinde kalan deniz uzantılarının iç sular rejimine tabi tutulabilmesi için bunların kara sahasına yeter derecede bağlı olmaları gerekir.”
Anlaşmaya göre Yunanistan, düz esas hatlar yöntemini Girit ve Rodos’a uzatarak çizmiştir. Girit Adası Yunanistan ana karasına 51 deniz mili, Rodos ise Yunanistan ana karasına 186 deniz mili uzaklıktadır. Bu şekilde çizilen hat, Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin MEB için tanıdığı 200 deniz milinden az mesafede yer almakta, yani kıyıyı tamamlamamaktadır; dolayısıyla yapılan anlaşmada çizilen hatlar, BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin belirttiği şartlara uygun değildir.
Anlaşmanın uluslararası hukuka aykırı olan bir diğer yanı ise Yunanistan’ın kendisini BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 46. maddesine atıfla adalar devleti olarak tanımlamasıdır.
Yunanistan’ın yaptığı bu tanımlama da yanlıştır; çünkü maddede adalar devletinin “tamamen” bir ya da daha fazla adadan oluşması gerektiği öngörülmüştür. Oysa ki Yunanistan bir yarımada devletidir; dolayısıyla Yunanistan’ın kendisine bağlı Skyros, Girit ve Rodos gibi adaların çevresinden düz esas hat belirlemesi, açık bir deniz hukuku ihlalidir.
Uluslararası Adalet Divanı da 200 deniz milinden kısa/eşit mesafede yer alan ada gruplarını bu madde kapsamında kabul etmediği kararlar almaktadır. Nihayetinde Yunanistan’ın var olmayan bir şeyi varmış gibi göstererek anlaşma yapması hem Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin muhtevası bakımından hem de Türkiye’nin uluslararası hukuka göre tanımlanan hakları bakımından -ki Yunanistan Türkiye’nin haklarını açık bir şekilde ihlal etmektedirkabul edilebilir değildir. Egemen bir ülke olan Türkiye’nin uluslararası hukuk zemininde deniz yetki alanlarında her türlü faaliyetini istikrar ve kararlılık içinde sürdürmesi, bu tür ihlallere karşı taviz vermediğinin ve vermeyeceğinin göstergesidir.
Netice
Doğu Akdeniz’in karmaşık ve gerilimli coğrafyasında, çakışan çıkarlar ve bölgede tespit edilen doğal kaynak rezervlerinin artması nedeniyle son zamanlarda önem kazanan kıta sahanlığı ve MEB sınırlarının belirlenmesi hususu, devletler arasında ciddi sıkıntılara sebep olmaktadır. Türkiye BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne taraf olmamasına rağmen hem bölgede en uzun kıyıya sahip olması hem de izlediği politikaların tamamını uluslararası hukuk çerçevesinde gerçekleştirmesi sebebiyle bölgede daha güçlü ve haklı bir konumdadır.
Türkiye’nin MEB sınırlarını belirlemesi, Doğu Akdeniz’deki politikalarını ve uygulamalarını bu sınırlara göre şekillendirmesi açısından da ehemmiyet arz etmektedir. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de yaşadığı bir diğer önemli sorun ise KKTC’nin tanınırlığı meselesidir. Nitekim KKTC’nin tanınırlığı GKRY kadar olmadığı için ada açıklarındaki doğal kaynakların araştırılması, çıkartılması, işletilmesi ve kullanılması konusunda Rum yönetimi ile eşit hak ve yetkilere sahip görülmemektedir.
Bu durum KKTC’nin haklarının ihlal edilerek arka planda bırakılmasına sebep olmaktadır. Dolayısıyla Türkiye, iş birliği içerisinde olduğu ülkeler vesilesiyle KKTC’nin devletler nezdinde tanınırlığını da arttırmalıdır. Türkiye genel olarak Doğu Akdeniz’deki kaynakların hakça paylaşımı ve diğer meselelerin de hakkaniyetli bir şekilde çözümü için KKTC ve Libya ile olduğu gibi Doğu Akdeniz’e kıyısı olan diğer devletlerle de (Suriye, Lübnan, Filistin&İsrail, Mısır, GKRY) kendi hak ve menfaatlerini gözeterek uluslararası hukuk zemininde çok taraflı bir uzlaşı içerisine girmelidir. Son olarak, Türkiye’ni Doğu Akdeniz’e ilişkin tüm tezlerini dayandırdığı ancak taraf olmadığı 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne taraf olması, gerçekleşmesi olası görüşmelerde elini daha da güçlendirecek bir adım olacaktır.
May be an image of map and text that says "EGE DENİZİ TÜRKİYE B A KKTC TÜRK KITA SAHANLIĞI E LİBYA KITA SAHANLIĞI GÜNEY KIBRIS LİBYA AKDENİZ"


All reactions

Comments

Popular posts from this blog

"Altın Madeni’nde Siyanürle Altın Aranıyor" iddiası..

Akdeniz’in Hidrokarbon Potansiyeli

Yörükler-1 kuyusu kuru kuyu olma ihtimali riski çok yüksek