1982 BMDHS kabule dayalı bir sözleşmedir.

 

1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi deniz hukuku için tek kaynak değildir. Hatta sözleşme olduğu için en zayıf kaynaktır. 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi kabule dayalı bir sözleşmedir.
BM deniz hukukuna dahil olan Kıta Sahanlığı kavramı, devletlerin herhangi bir bildirimde bulunmadan denizler üzerinde kendiliğinden hak sahibi olmasını sağlamakla birlikte, deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına dair uluslararası çalışmaların başlamasına da zemin hazırlamıştır.
Birleşmiş Milletler bünyesindeki Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun başlattığı kodifikasyon çalışmaları, deniz alanlarına ilişkin bir çok konuya açıklık getirmeye çalışmış ve akabinde gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Konferansları ile önce 1958 Cenevre Deniz Hukuku Sözleşmeleri daha sonra da 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi uluslararası deniz hukukuna kazandırılmıştır.
Deniz Hukukunun tarihsel gelişim süreci uluslararası teamül kurallarından oluşmaktadır. Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun kodifiye ettiği uluslararası teamül kuralları Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmeleri ile yazılı metinler haline dönüşmüştür.
Deniz hukukuna ilişkin birçok kavram ve kural Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmeleri’nde yer alsa da bu kavram ve kuralların somut bir olayda uygulanması uluslararası yargı organlarının önüne gelen davalarla mümkün olmuştur.
Özellikle Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmeleri’nde sınırlandırma konusunda herhangi bir yöntemin belirlenmemiş olması uluslararası yargı organlarına geniş takdir hakkı tanımıştır. Deniz alanlarının sınırlandırılmasında öne çıkan en önemli mesele deniz yetki alanlarının sınırlandırılması uyuşmazlıklarında hangi ilke ve yöntemlerin uygulanacağıdır.
Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmeleri’nde kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgenin sınırlandırılmasında hukuk kaynağı olarak Uluslararası Adalet Divanı Statüsü’nün 38. Maddesine işaret edilmiştir. Buna göre uyuşmazlığın hakça bir çözüme ulaşması için öncelikli olarak anlaşma yoluna gidilmesi tavsiye edilmiştir.
Uyuşmazlığın uluslararası yargı organlarına havale edilmesi durumunda da yine izlenmesi gereken yolun hakça bir çözüme ulaşmak adına teamül kurallarının öngördüğü hakkaniyet ilkeleri olduğu hem Statünün 38. Maddesinin ilgili hükmünde belirtilmiş hem de uluslararası yargı organları tarafından sıkca vurgulanmıştır.
1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin sınırlandırma hükümlerine ilişkin ilgili maddelerinde ifade edilen, “hakça” bir çözüme ulaşmak maksadı ile hakkaniyetli bir sınırlandırma yapmak, soyut kavramları somut bir olayda tatbik etmek anlamına geldiğinden uluslararası yargı organlarına geniş takdir hakkı sunulmuştur. Bu sebeple yargıçların teamül hukuku çatısı altında başvuracakları ilke ve yöntemler davanın selameti açısından büyük önem arz etmektedir.
Uluslararası yargı kararları uluslararası hukukta yardımcı kaynaklar arasında sayılmaktadır. Oysa deniz alanlarının sınırlandırılması hukukunda yargı kararları asli kaynaklar kadar önem taşımaktadır. Uluslararası Adalet Divanı ve diğer uluslararası mahkemelerin bir uyuşmazlığı çözüme kavuştururken başvurduğu ilke ve yöntemler sonraki davalara içtihadi bakımından yol gösterici olmaktadır.
Deniz hukukunun gelişim süreci dikkate alındığında, deniz hukukuna ilişkin uluslararası teamül kuralları, sözleşmeler vasıtası ile yazılı hale getirilerek bir uluslararası belge niteliğine kavuşturulmuştur. Sözleşmelere taraf olmayan devletler açısından da yine uluslararası teamül kuralları geçerliliğini devam ettirmektedir.
Bu bakımdan ister sözleşmeye taraf olunsun ister olunmasın, uluslararası yargı organlarının önüne gelen uyuşmazlık davalarında yol gösterici olan temel hukuk kaynağı uluslararası teamül hukukudur. Divan veya Mahkemelerin somut bir uyuşmazlık davasında uyguladığı ilke ve yöntemler bir teamül kuralının beyanı niteliğinde olabileceği gibi bir teamül kuralının değişmesine, kaldırılmasına hatta yeni bir teamül kuralının oluşmasına da neden olabilir. Bu sebeple, Divan veya Mahkemelerin deniz alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin somut bir uyuşmazlık davasını çözüme kavuştururken gösterecekleri hukuki yaklaşımın, uluslararası teamül hukukunun içerisinde kalma çabası olması beklenir
Uluslararası deniz hukuku, anlaşma hukuku ile teamül hukukunun belirgin bir şekilde iç içe geçtiği bir hukuk alanı olduğundan bir uyuşmazlık ister anlaşma yolu ile isterse de yargı kararıyla sonuçlansın, sınırlandırma hukukunda izlenecek yol teamül kuralları temelinde hakkaniyet ilkelerine göre bir sınırlandırmanın yapılmasıdır. Bunun yanı sıra sözleşmelere taraf olmayan devletler ile sınırlandırmaya konu olan üçüncü devletler bakımından dikkate alınacak ilkeler de teamül hukukuna göre belirlenmiş ilkeler olacaktır.






Comments

Popular posts from this blog

"Altın Madeni’nde Siyanürle Altın Aranıyor" iddiası..

Akdeniz’in Hidrokarbon Potansiyeli

Yörükler-1 kuyusu kuru kuyu olma ihtimali riski çok yüksek