DENİZ ALANLARININ BELİRLENMESİNİN HUKUKİ DAYANAKLARI

 Egemen devletler, ulusal hukuk hükümleriyle birlikte uluslararası hukuka göre deniz yetki alanlarını belirlerler. Türkiye’nin deniz mevzuatı bir hayli geniştir. Türkiye, denize ilişkin çok sayıda uluslararası sözleşmeye taraf olmuştur. Ayrıca yürürlükte bulunan çok sayıda kanun, yönetmelik ve daha alt seviyede düzenleyici işlem mevcuttur. Ne var ki, Türk hukukunda denizciliğin esaslarını düzenleyen bir çerçeve kanun kabul edilmiş değildir. Keza, Karasuları Kanunu hariç olmak üzere, diğer deniz yetki alanlarının belirlenmesini, bu alanlarda kullanılacak hak ve yetkileri düzenleyen bir kanun da mevcut değildir.

Deniz yetki alanlarında kullanılacak hak ve yetkileri, sadece kendi uygulama kapsamı içinde düzenleyen münferit bazı kanun hükümleri mevcut ise de bunlar hem yetersizdir, hem de birbirleriyle uyumlu değildir. Esasen bunların bir kısmı, kurum veya kuruluşların kuruluş ve görevleriyle ilgilidir. Karasuları Kanunu, sadece Türk karasularının belirlenmesine ilişkin usul ve esasları düzenlemektedir. Bitişik bölge, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge gibi uluslararası deniz hukukunda iyi bilinen kavramların iç hukukumuzda düzenlenmemiş olması önemli bir eksikliktir. BMDHS’ne Taraf Devletler, böyle bir kanuna ihtiyaç hissetmemektedir. Ancak, Türkiye’nin bu Sözleşme’ye taraf olmaması, söz konusu kavramların içeriklerinin ortaya konulması bakımından bu eksikliği göstermektedir.

Başlangıçta bir örf ve adet hukuku kuralı olarak ortaya çıkan ve gelişen deniz yetki alanları, dünyada geniş kabul gören, hâlihazırda 168 devletin taraf olduğu ve denizciliğin anayasası olarak nitelendirilen BMDHS’nde kapsamlı şekilde düzenlenmiştir. Türkiye, yukarıda belirtilen özel sebeplerle bu Sözleşme’ye taraf olmayıp persistent objector konumunu muhafaza ettiğinden özellikle uluslararası platformlarda bu Sözleşme’ye açık ya da örtülü şekilde referansta bulunamamaktadır. Ne var ki, Türkiye’nin de tarafı olduğu birçok uluslararası sözleşmenin uygulama kapsamı bakımından deniz yetki alanlarına dair unsurların belirlenmesinde BMDHS’ne sürekli olarak referans yapılmaktadır. 

Bu durumda deniz yetki alanlarının ortaya konulmasında sadece uluslararası örf ve adet hukuku kurullarına referansta bulunmaktan başka bir çare kalmamaktadır. Oysa, deniz yetki alanlarına dair unsurlar bir örf ve adet hukuku kuralı iken BMDHS ile yazılı hâle getirilmişlerdir. Bu Sözleşme, deniz yetki alanlarının başlı başına ve kapsamlı şekilde düzenlendiği, esasen birçok hükmüne ülkemizin de itiraz etmediği tek metin uluslararası metindir. Buna karşılık yazılı olmayan, mevcudiyetini ve sınırlarını ispatlamanın kolay olmadığı örf ve adet hukukuna başvurmak, daha avantajlı görülemez.

Şüphesiz, Türkiye, bir kıyı devleti olarak uluslararası deniz hukukunun genel ilkelerine göre bitişik bölge, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge ilan etme hakkına sahiptir. Ancak, iç hukukunda açık bir düzenleme bulunmaması sebebiyle uluslararası örf ve adet hukuku kurallarına dayanarak belirtilen deniz yetki alanlarını tespit edebilir. Örf ve adet hukuku, uluslararası hukukun temel kaynağıdır.

Başta egemen yetkiler olmak üzere sair yetki ve haklarımızın bulunduğu iç sular, karasuları, bitişik bölge, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge kavramlarının uluslararası deniz hukukundaki düzenlemelere paralel şekilde iç hukukumuza aktarılması gerekmektedir. Bu amaçla, Dış İşleri Bakanlığı koordinasyonunda yaklaşık iki yıl süren bir çalışma sonunda “Türk Deniz Egemenlik ve Deniz Yetki Alanları Kanun Taslağı” hazırlanmış ise de çalışma nihayete erdirilemediğinden kadük olmuştur. Kanun Taslağı, bütün kamu kuruluşlarının katılımıyla oluşturulmasına rağmen kanunlaşamamıştır. Oysa, aşağıda gösterilen sebeplerle böyle bir Kanun’a ihtiyaç bulunmaktadır: 

(1) İç sular, karasuları, bitişik bölge, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge kavramları, BMDHS’nde ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Başlangıçta bir örf ve adet kuralı olarak ortaya çıkan bu kavramlar, bu Sözleşmeyle nihai olarak yazılı kurallara dönüştürülmüştür. Türkiye, BMDHS’nin kendisine karşı bir örf ve adet hukuku olarak uygulanmasını engellemek için persistent objector konumunu muhafaza etmekle birlikte, belirtilen kavramların genel olarak bir örf ve adet hukuku kuralı oldukları söylenebilir. Nitekim, Türkiye, BMDHS’ne taraf olmadığı hâlde Karadeniz ve Akdeniz’de kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgelerini ilan etmiştir. Karasuları Kanunu’ndaki hükümler de genel hatlarıyla bu Sözleşme’ye paraleldir. 

(2) Türkiye’nin denizlerdeki haklarını ve menfaatlerini koruyabilmesi, sahip olduğu hak ve yetkileri hukuka uygun şekilde kullanabilmesi, yeterli ve güçlü hukuki enstrümanlarla mümkün olabilir. Deniz yetki alanları ile bu alanlarda kullanılacak hak ve yetkileri açıkça ve sistematik biçimde tanımlayan ve bunların kullanılmasına ilişkin esasları düzenleyen müstakil bir kanun, bu enstrümanların başında yer almaktadır. 

(3) Deniz yetki alanlarına ilişkin kavramların uluslararası deniz hukukuna paralel şekilde müstakil bir kanunda düzenlenmesi yoluyla Türkiye’nin BMDHS’ne taraf olmamasının doğurduğu eksiklik ve olumsuzluklar bir ölçüde giderilmiş, ulusal hukukumuz ile uluslararası deniz hukuku arasında uyum sağlanmış olur. 

(4) Bu uyum, ülkemizin denizlerdeki hak ve menfaatlerinin daha güçlü ve etkili şekilde korunması ve savunulması amacına katkı sağlayabilir. Türk deniz yetki alanlarında kullanılacak hak ve yetkilerin esas ve usullerini özel olarak düzenleyen bir kanunun mevcut olmaması, deniz alanlarındaki kaynakların araştırılması, işletilmesi ve korunması bakımından belirli ölçüde bir dezavantaj oluşturmaktadır. Buna karşılık, deniz alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin uluslararası hukukun temel ilkeleriyle uyumlu müstakil bir kanun, Türkiye ile diğer kıyıdaş devletler arasındaki mevcut sorunların çözümüne belirli ölçüde katkı sağlayabilir, ülkemizin hukuki pozisyonunu güçlendirebilir. Sadece egemenlik yetkisi ve uluslararası örf ve adet hukuku dayanak gösterilerek deniz alanlarında istenilen kapsamda arama ve işletme ruhsatları vermek mümkün ise de bu durum, gerçekte istenildiği şekilde deniz kaynaklarının araştırılması, işletilmesi ve korunmasında yeterli olmayabilir. 

(5) Türkiye, BMDHS’ne taraf olmadığından söz konusu kavramların içeriklerinin ortaya konulmasında BMDHS’ne değil, fakat örf ve adet hukukuna başvurmak zorunda kalmaktadır. Oysa, bu Sözleşme’de genel olarak düzenlendiği şekilde belirtilen kavramların müstakil bir kanunla düzenlenmiş olması, böyle bir zorunluluğu ortadan kaldırmaktadır. Yazılı olmayan bir kurala dayanmaktansa uluslararası hukukla uyumlu bir kanun hükmüne dayanmak daha avantajlıdır.

(6) Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının paylaşımı sorunu oldukça karmaşık bir hâl almıştır. Türkiye, Doğu Akdeniz’de ilan ettiği kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgesinde güçlü donanmasının desteğinde araştırma ve sondaj faaliyetlerini yürütürken aynı zamanda meselenin nihai olarak çözüme kavuşturulması amacıyla kıyı devletlerini bir uluslararası konferansa katılmaya zorlamaktadır. Şüphesiz, en sağlıklı ve ideal çözüm, bütün kıyı devletlerinin katıldığı bir anlaşmayla sınırların belirlenmesidir. Bu atmosfer içinde uluslararası hukukla uyumlu deniz yetki alanlarını düzenleyen bir kanunun kabulü, Türkiye’nin elini güçlendirecektir. 

SONUÇ 

Gelinen safha itibarıyla Deniz Egemenlik ve Yetki Alanlarına Dair Kanun Taslağı’nın bir an evvel ihya edilerek kanunlaştırılması zorunluluk olmuştur. Bu hususta ilgili kamu kurum ve kuruluşları nezdinde genel bir fikir birliğinin mevcudiyeti önemli bir avantajdır. Diğer yandan, Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının paylaşımı sorununun şiddetlendiği bu dönemde söz konusu Kanun’un kabulü, Türkiye’nin hukuki yönden elini güçlendiren önemli bir gelişme olacaktır. Ulusal hukukumuzun uluslararası deniz hukukunun temel kavramlarıyla uyumlu olması, ülkemizin denizlerdeki hak ve yetkilerini azami ölçüde kullanmasına katkı sağlayacaktır. Bunun en etkili yolu, deniz yetki alanlarını düzenleyen müstakil bir kanunun kabulüdür. Bir diğer alternatif olarak deniz yetki alanlarını da içine alan bir Türk Denizcilik Kanunu’nun kabulünün uygun olacağı düşünülebilir. Bu yaklaşım tarzı ideal olmakla birlikte, böyle bir kanunun hazırlanması ve üzerinde mutabakat sağlanması uzun bir zaman alacağından bu aşamada elverişli ve pratik gözükmemektedir. 




Comments

Popular posts from this blog

"Altın Madeni’nde Siyanürle Altın Aranıyor" iddiası..

Akdeniz’in Hidrokarbon Potansiyeli

Yörükler-1 kuyusu kuru kuyu olma ihtimali riski çok yüksek