Doğu Akdeniz Deniz Yetki Alanları Paylaşımı Sorunu

Türkiye ve Güney Kıbrıs arasındaki deniz yetki alanları meselesi 2003 yılında Mısır ile imzalanan sözde münhasır ekonomik bölge anlaşması ile başlamıştır.
GKRY’nin 17 Şubat 2003’te Mısır, 17 Ocak 2007’de Lübnan, 3 Şubat 2011’de İsrail ile imzaladığı Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) Sınırlama Anlaşmaları’nın geçerliliği ve bu anlaşmalar sonrasında parsellenen bölgeler Doğu Akdeniz’de yaşanan tartışmanın temelini oluşturmaktadır.
Bu bağlamda; Doğu Akdeniz’de mevcut uyuşmazlığın temel sebebi olarak, GKRY’nin hakça ve adil olmayan bir şekilde diğer devletlerle birtakım deniz alanları sınırlandırmaları yapması, daha açık bir ifadeyle münhasır ekonomik bölge ilan etmesidir.
Genel olarak deniz alanlarının sınırlandırılmasında özel olarak da münhasır ekonomik bölge sınırlandırması gibi meseleler de, hem 1982 tarihli (UNCLOS 82) BM Deniz Hukuku Sözleşmesi ve hem de örf ve adet hukuku kuralları hakkaniyet ilkelerine uygun çözüm öngörmektedir.
Uygulanan uluslararası hukuk kurallarına göre, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge sınırı hakkaniyete uygun olarak çizilmektedir ki, temel prensip budur. Öte yandan ortay hat prensibi, sınırlandırmada kullanılan metotlardan biridir ve hiçbir önceliği yoktur. Ortay hat bazı durumlarda hakkaniyete uygun sonuçlar yaratabilmektedir.
Elbette hakkaniyete uygun sonuçlar yarattığı ölçüde uygulanmalıdır, fakat her durumda ortay hat hakkaniyete uygun bir sonuç yaratmamaktadır.
Söz konusu ihtilafın devamında, Güney Kıbrıs’ın ilan etmiş olduğu sözde MEB alanları içerisinde 2007’den bugüne uluslararası enerji şirketleri ile ruhsatlandırma antlaşmaları yaparak Türk kıta sahanlığı ve Kıbrıs Türklerinin haklarını görmezden gelen tutum içerisinde bulunmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti Doğu Akdeniz’deki yetki alanlarının belirlenmesi hususunda; bölgede ikili veya üçlü deniz yetki alanlarının paylaşılması hususunun kabul edilemez olduğunu 2004 Turkuno DT/4739 (Mart 2004), 2005 Turkuno DT/16390 (Ekim 2005) ve UN.Doc. A/61/1011/-S/2007/456 (Temmuz 2007) sayılı notalarda açıkça ifade etmiştir. Bölgede yapılacak olan MEB anlaşmalarının kıyıdaş bütün devletlerin katılımı ve uluslararası hukukun temel prensibini oluşturan hakkaniyet ilkesiyle yapılması gerektiğini sürekli vurgulamıştır.


Türkiye Cumhuriyeti BM nezdinde ve ilgili tüm uluslararası örgütlere ve dünya kamuoyuna yapılan girişimleri tanımadığını, Türkiye’nin bölgedeki hak ve çıkarlarını korumakta kararlı olduğunu, bunun yanında adada tek bir otorite olmadığını, Kıbrıs Türklerinin de bu alanlar içerisinde hak ve menfaatleri bulunduğunu kararlılıkla ifade etmiştir.
TC Dışişleri Bakanlığı deniz yetki alanları sınırlandırma sorunu konusuna atfen resmi bir açıklama yapmıştır. Bu açıklamada GKRY’nin Ada’nın ortak sahibi olan Kıbrıs Türklerinin doğal kaynaklar üzerindeki asli haklarını göz ardı ederek, Doğu Akdeniz’de tek taraflı olarak sürdürdüğü hidrokarbon faaliyetleri yakından takip edildiği, GKRY’nin bu sorumsuz adımlarına karşı gerekli uyarıların en başından bu yana yapıldığı açıklanmıştır. (No: 228, 13 Temmuz 2017,TC Dışişleri Bakanlığı Açıklaması) 
GKRY var olan yetki alanları meselesini uluslararası kamuoyuna aktarırken "Türkiye’nin bölgede gaz ve enerji kaynakları çıkarılmasına karşı çıktığı, uluslararası hukuku ihlal ettiği ve sözde GKRY MEB alanlarına saygı göstermediğini" her fırsatta dillendirmektedir.
Oysa Türkiye, doğal gazın çıkarılmasının yalnızca Kıbrıs sorunun çözümlenmesi ve Kıbrıs Türklerinin de hak ve menfaatlerinin göz ardı edilmemesi halinde mümkün olabileceğini belirtmektedir. Esasen, deniz sınırlandırma sorunu sadece Güney Kıbrıs’ın sadece hidrokarbon faaliyetleri ile ilgili değildir.
Mesele, GKRY’nin Türkiye ve KKTC deniz yetki alanlarını ihlal eden tek yanlı ve hakça ilkelere aykırı olarak anlaşma yoluna gitmeleridir. Mesele Rumların adanın tek hakimi gibi davranarak sözde egemenlik alanlarını deniz alanları üzerine yayma girişimidir. Bunu gerçekleştirirken de Türkiye’nin deniz alanlarına fiili tecavüz etme girişimlerinin ve Kıbrıs Türk haklarını görmezden gelme faaliyetlerinin yaşanması ile yeni bir boyuta girmiştir. Meselenin bir diğer boyutu ise Güney Kıbrıs’ın, iç hukukunu ve uluslararası deniz hukukunun hükümlerini de kullanarak deniz alanlarını genişletme çabası içerisinde bulunarak enerjiyi siyasi bir koz kullanıp yasadışılığını meşrulaştırma çabası içerisinde bulunmasıdır.
Tüm bunlara ek olarak sınırlandırma konusunda iddia ettikleri argümanlarının "Uluslararası hukuk ile uyuşan" nitelikte olduğunu iddia ederek, Türkiye Cumhuriyeti’nin "Uluslararası hukuka aykırı davranarak, Kıbrıs’ın egemenlik haklarını ihlal ettiğini" öne sürmeleridir. Oysa Uluslararası Adalet Divanı kararlarında adaların sınırlandırmasına yönelik verilen kararlarda uluslararası hukuka aykırılık teşkil eden tarafın tamamıyla GKRY’nin tutumlarından dolayı kaynaklandığı görülecektir.
GKRY, doğal kaynakların bir paylaşıma tabi olabilmesi için Kıbrıs sorununun çözümlenmesi ve federal bir yetki olarak bunun olabileceğini iddia ederken, bugüne kadar, konuyu müzakereler kapsamında tartışmak istememişlerdir.

                         

Türkiye ve GKRY arasındaki ihtilafın boyutlarından biri olan GKRY’nin tek yanlı ve adanın "tek hakimi" gibi davranarak, 2007’den itibaren ruhsatlandırma çabalarına girmesi sonucunda parsellediği blokların 1,4,5,6,7 kısımlarının Türkiye kıta sahanlığı ile örtüşen sınırlardan kaynaklanmasıdır.
Ayrıca Güney Kıbrıs’ın ilan ettiği 1, 2, 3, 8, 9, 12, 13 bloklarındaki deniz yetki alanları KKTC deniz sınır alanları ile örtüşmektedir. Nitekim, GKRY’nin mevcut uygulamaları KKTC’nin haklarını da ihlal etmektedir. GKRY’nin ihaleye açtığı alanların yüz ölçümü 55.000 km²’ye ulaşmaktadır. Türkiye’nin haklarına tecavüz eden 7.000 km2’lik alan çıktıktan sonra geriye kalan 48.000 km2’lik sahanın her bir santimetre karesinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin de hakları vardır.
Türkiye Cumhuriyeti uluslararası deniz hukukundan kaynaklanan ve doğal hak kabul görülen 200 millik bir kıta sahanlığı hakkına sahiptir. Bu durumda ipso facto (fiilen) ve ab inito (başlangıçtan beri) ilkesinin geçerli bulunduğunu, sözkonusu alanı BM Deniz Hukuku Bülteninde 2 Mart 2004’te yayımlatmıştır.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığı ve buna atfen ilan edebileceği münhasır ekonomik bölge yüzölçümü ise yaklaşık 145.000 km2’dir. Güneyin ve Yunanistan’ın Türkiye’nin bölgesel haklarını dikkate almadan deniz alanlarında Yunanistan’ın 71.000 km2,GKRY’nin de 33.000km2’sini işgal etme çabası Türkiye’nin sahip olduğu 145.000km2lik alandan sadece 41.000km2’lik alana hapsolarak sadece Antalya körfezinde Akdeniz’de söz sahibi olabileceği manasındadır.
NOT - Türkiye 32°16'18" Doğu boylamından itibaren Kıbrıs Adasının batısında kalan deniz alanlarında meşru hak ve yetkilerini 2 Mart 2004 tarihinde BM belgesi olarak da yayınlanan mektubuyla kayda geçirmiştir.
Türkiye , 32º 16′ 18″ meridyeninin Batısı boyunca kendisine ait olan alanların olduğunu, Türkiye’nin kendi kıta sahanlığının dış sınırları hak sahibi olduğu bölgeler aynı zamanda Mısır ile olan deniz sınırını oluşturmakta ve kıta sahanlığı hakkına münhasır olduğu ipso facto (fiilen) ve ab inito (başlangıçtan beri) ilkesinin geçerli bulunduğunu, sözkonusu alanın batı kısmını kapsayan koordinatları tanımadığını BM Deniz Hukuku Bülteninde 2 Mart 2004’te yayımlatmıştır.


BM Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS) teorik olarak devletler için önemli düzenlemeler getirmekle birlikte, devletlerin pratikte uyguladıkları tutum ve davranışlar devletlerarasında gerilime neden olmaktadır. BMDHS’ne taraf olmayan Türkiye’nin haklarının ihlal edilmesi münhasır ekonomik bölge alanlarının kısıtlanması, uluslararası hukukun temel prensiplerinden biri olan hakkaniyet ilkesine aykırı olan bölge ülkelerinin tutum ve davranışları Türkiye’nin tepkisini çekmektedir.
Yunanistan Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarına ilişkin olarak, “Girit, Kaşot, Kerpe, Rodos ve Meis” hattını esas alarak ortay hatta dayalı bir deniz yetki alanı oluşturmak istemektedir. Bu amaç doğrultusunda Yunanistan, Mısır ve Libya ile anlaşmalar yapmaya çalışmıştır. Türkiye’nin konuya hassasiyeti ve sürdürmüş olduğu politikalarla bu ülkeler Yunanistan ile deniz yetki alanları konusunda herhangi bir anlaşma yapmamıştır.
Yunanistan’ın uluslararası topluma kabul ettirmeye çalıştığı deniz yetki alanlarını sınırlandırma çerçevesinde; Türkiye’ye 41.000 km2 lik bir deniz yetki alanını bırakması dikkat çekmektedir. Yunanistan uluslararası arenada sürekli ortay hattın kabul edilmesi gerektiğinin ve Yunanistan’ın esas itibariyle Meis adasının alınması gerektiğini vurgulamaktadır. Ege Denizinde Türkiye’yi baskılamaya çalışan Yunanistan Aynı uygulamaları Doğu Akdeniz’de yapmak istemektedir. Türkiye’nin bu durumu kabul etmesine olanak yoktur. İlk olarak, bu adalar çizilecek olan ortay hatta ters tarafta kalan adalar durumunda olacaklarından, bu adalar kıyı oluşturamaz ve karasuları dışında kıta sahanlığına sahip olamazlar. Uluslararası Adalet Divanı’nın bu tür davalarda verdiği karalarda öne çıkan prensip coğrafyanın üstünlüğü prensibidir.
( Uluslararası Mahkeme Ukrayna - Romanya arasındaki Serpent adası davalarında "adaların anakaralar kadar deniz yetki alanına sahip olamayacağına" karar vermiştır. KIBRIS ve Meis adası anakara değildir ve anakaralar kadar deniz yetki alanına sahip olamaz)


Doğu Akdeniz'de MEB ile ilgili yapılacak hesaplamalarda, uluslar arası hukuka göre Anadolu ile Afrika kıtası arasındaki orta hattın esas alınması gerekliliği ile Türkiye'nin kıta sahanlığı uzantısı üzerinde kalan Yunanistan'a ait Ege adaları ile Kıbrıs'ın Anadolu anakarasından çok daha az deniz alanına sahip olabileceği prensiplerinin, Türkiye'nin bölge ülkeleri ile yapacağı sınırlandırma görüşmelerinde elini çok ciddi kuvvetlendiren faktörler olduğu; bu bağlamda, Kıbrıs'ın güneyindeki deniz alanlarında da hak iddia edebileceği; bu durumda 145.000 km2'nin de üstünde bir MEB alanına sahip olabileceği kaydediliyor.Türkiye bu neticenin ve atılan hukuk dışı adımların bilincinde olarak bölgede haklarının korunması yönünde gösterdiği hassasiyet Akdeniz’de ve hatta Ege’de deniz yetki alanlarının bir oldu bittiye getirilmesine müsaade edilmeyeceğinin de göstergesi olmuştur.
Son olarak, KKTC ve TC’nin ivedilikle ikinci bir sınırlandırma antlaşması yoluna mutlaka gitmeli ve GKRY-Yunanistan-Mısır arasında planlanan sınırlandırma antlaşmasının önüne geçilmesi sağlanmalıdır.KKTC ve Türkiye birlikte Doğu Akdeniz’de "Münhasır Ekonomik Bölge" ilan etmeli. Daha fazla gecikmeyi "SIFIR" avantaj olarak görüyorum.Türkiye’nin Enerji Stratejisinin Akdeniz’e yönelik hedeflerine başarıyla ulaşabilmesinin olmazsa olmaz şartı, Akdeniz’de "Münhasır Ekonomik Bölge" ilan edilmesidir. Yunanistan ile GKRY ve Yunanistan ile MISIR "Münhasır Ekonomik Bölge" ilan etmeden biz etmeliyiz.

Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge

Kıta Sahanlığı : Denizin, sahilden açıklara doğru uzanırken belli bir derinlikten sonra birdenbire kesin bir yamaç halinde derinleştiği yer ile sahil arasında kalan kısım. Diğer bir ifadeyle; esas çizgiden itibaren belirli bir uzaklığa kadar deniz tabanını ve deniz tabanı altını kapsayan bir deniz alanıdır.
BMDHS de kıta sahanlığı daha detaylı incelendiğinde kıyı devleti, münhasır yetkilere sahip olduğu (deniz tabanı ve deniz tabanının altı) kıta sahanlığında doğal kaynakları arama, işletme, kullanma hakkına sahip tek yetkilidir. Ayrıca kıyı devletlerinin deniz genişliğinin müsait olması durumunda 200 mil uzaklığa ilan etmeye gerek duymaksızın kendiliğinden sahip olabilmektedir.
Münhasır Ekonomik Bölge(MEB): Kıyı devletine karasularının ölçmeye başlandığı hattan itibaren 200 mil genişlikteki deniz alanında kalan su tabakası deniz yatağı ve onun toprak altında münhasır ekonomik haklar ve yetkiler tanıyan deniz alanı olarak tanımlanır.
Tanınan bu yetkilerle kıyı devleti deniz tabanı altında ve denizdeki canlı ve cansız doğal kaynakların aranması, araştırılması, muhafaza edilmesi, işletilmesi, korunması ve idare etmesine ilişkin kıyı devletine geniş ekonomik haklar ve yetkiler veren kavramdır. Münhasır ekonomik bölge kavramının ortaya çıkmasındaki en neden kıta sahanlığı kavramının bazı devletlerin ihtiyacını karşılayamaz hale gelmesidir.
Münhasır Ekonomik Bölge kavramı içeriği ve yetki alanı bakımından kıta sahanlığı kavramından daha geniş bir yetki alanına sahip olmasından dolayı devletler kıta sahanlığından çok münhasır ekonomik bölge kavramı üzerinde daha çok durmaktadırlar.
1982 BMDHS, devletlere geniş yetkilerin yanında bazı sınırlandırmalarda getirmiştir. Sözleşmenin 58. Maddesine göre münhasır ekonomik bölgeye sahili bulunsun veya bulunmasın bütün devletler bu bölgede serbest geçiş hakkı, serbest uçuş hakkı, deniz altı kablo döşeme ve petrol döşeme ve bunları işletimini yapma hakkına sahiptir. BMDHS’nin En önemli maddesi 74. “Madde yer alan kurala göre sahilleri bitişik veya karşı karşıya olan devletler münhasır ekonomik bölgenin sınırlandırılmasını hakkaniyet çerçevesinde anlaşma ile yapmaları gerekmektedir”
Üçüncü Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Konferansı; sözleşme ve uluslararası yargı kararları hakkaniyete uygun bir çözüm için;“ilgili tüm taraflar arasında varılacak bir antlaşmadan” bahsetmektedir. Bununla birlikte "MEB’in tek taraflı ilan edilemeyeceğine ilişkin bir düzenleme de bulunmamaktadır.
Sözleşme, paylaşım konusuna da düzenleme getirmekte ve sahilleri bitişik veya karşı karşıya olan denizlerde tarafların anlaşarak çözüm bulması kuralını getirmektedir. Bununla birlikte devletler uygulamada bu kuralı göz ardı ederek hareket etmektedirler.
MEB'in belirlenmesi uluslar arası hukuk, örf ve adet hukuku ve içtihatlara göre 3 temel ilkeye dayandırılır:
1) ortay hat çizgisi
2) bölgelerin ilgili taraflarca anlaşmayla belirlenmesi ve
3) hakkaniyet ilkesi.
"Hakkaniyet" başta coğrafya (kıyı şeritlerinin mukayeseli uzunluğu) olmak üzere büyüklük, nüfus, sahip olunan kaynaklar gibi mukayeseli unsurların göz önünde bulundurulmasını gerektirir.
Güney Kıbrıs’ın ilan ettiği ve 13 parsele ayırdığı bölgede yer alan 1, 2, 3, 8, 9, 12 ve 13 numaralı bloklar; KKTC'nin TPAO'ya petrol ve doğalgaz arama ruhsatı verdiği A, B, C, D, E, F ve G bölgeleriyle kesişiyor.
Rum tarafı "Ben kendi tarafımda münhasır ekonomik bölge (MEB) ilan ettim, Kıbrıs'ın tümü üzerinde değil" diyerek bunu savunmaya kalkıyor. Ama Kıbrıs adasındaki iki toplum, bir devlet olarak bir gün eğer birleşecekse, bunun birlikte düzenlenmesi gerekiyor.
Güney Kıbrıs'ın hukuken münhasır ekonomik bölge ilan etme hakkı yoktur: "Bir ada, eğer bir devletin parçası ise kendi başına MEB ilan edemez."
Ama bir Kıbrıs Cumhuriyeti olsaydı, ilan edebilirdi. Buradaki sorun, iki toplumun bir arada bir Kıbrıs Cumhuriyeti'ni oluşturmaması.




KKTC 
Türkiye ile KKTC 15 Eylül 2011 tarihinde, GKRY’ nin Ada’nın güneyinde sondaj faaliyetlerine başlaması halinde, aralarında Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması yapılacağı hususunda mutabakata varıldığını duyurmuşlardı. Söz konusu anlaşma KKTC ile Türkiye arasında 21 Eylül 2011 tarihinde imzalanmıştır.
Söz konusu anlaşma, Türkiye ile KKTC’nin Akdeniz’deki kıta sahanlıklarının bir bölümünü, uluslararası hukuka uygun olarak ve hakça ilkeler dikkate alınarak belirlenen 27 coğrafi koordinatın birleştirilmesiyle elde edilen bir çizgi ile sınırlandırmaktadır.
Kıbrıs Türklerinin, aynen Kıbrıslı Rumlar gibi Ada’nın kıta sahanlığının tümü üzerindeki meşru, eşit ve ayrılmaz haklarını da dikkate almaktadır.Anlaşmada ayrıca Türkiye’nin ve KKTC’nin Kıbrıs meselesine kapsamlı çözüm bulunması çabalarını sürdüreceği de açık bir şekilde ifade edilmiştir. Anlaşmayı takiben yapılan ilk uygulama 22 Eylül 2011’de Ada’nın çevresindeki deniz alanlarında Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na petrol ve doğalgaz arama ve çıkarma ruhsatları verilmesi olmuştur 
KKTC 12 mil karasularına ve 200 metre derinliğe veya işletilebilir derinliğe kadar olan bölgede kıta sahanlığına sahip olabileceğine ilişkin düzenlemeleri bulunan KKTC,Doğu Akdeniz politikasını hakkaniyet ilkesi üzerine konumlandırmıştır. Bu ilke çerçevesinde KKTC, Doğu Akdeniz’de münhasır ekonomik bölgelerin belirlenmesi için bölge devletlerinin bir araya gelerek hakkaniyet ilkesi çerçevesinde paylaşım antlaşması imzalaması gerektiğini savunmaktadır.
Bunun yanı sıra KKTC yönetimi, GKRY’nin adanın tek temsilcisiymiş gibi hareket etmesini ve bölge devletleri ile münhasır ekonomik bölge antlaşmaları imzalamasını kabul etmemekte ve yapılan antlaşmaları tanımamaktadır. Ayrıca KKTC, gerek Kıbrıs adası üzerindeki,gerekse deniz alanlarındaki hidrokarbon kaynakları üzerinde GKRY ile eşit haklara sahip olduğunu belirtmekte ve bu görüş doğrultusunda GKRY ve petrol şirketlerinden %50 pay talep etmektedir.


Comments

Popular posts from this blog

"Altın Madeni’nde Siyanürle Altın Aranıyor" iddiası..

Akdeniz’in Hidrokarbon Potansiyeli

Yörükler-1 kuyusu kuru kuyu olma ihtimali riski çok yüksek