Türkiye Akdeniz’de neden Münhasır Ekonomik Bölge ilan etmiyor?

Türkiye ve Güney Kıbrıs arasındaki deniz yetki alanları meselesi 2003 yılında Mısır ile imzalanan sözde münhasır ekonomik bölge anlaşması ile başlamıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Doğu Akdeniz’deki yetki alanlarının belirlenmesi hususunda; bölgede ikili veya üçlü deniz yetki alanlarının paylaşılması hususunun kabul edilemez olduğunu 2004 Turkuno DT/4739 (Mart 2004), 2005 Turkuno DT/16390 (Ekim 2005) ve UN.Doc. A/61/1011/-S/2007/456 (Temmuz 2007) sayılı notalarda açıkça ifade etmiştir. Bölgede yapılacak olan MEB anlaşmalarının kıyıdaş bütün devletlerin katılımı ve uluslararası hukukun temel prensibini oluşturan hakkaniyet ilkesiyle yapılması gerektiğini sürekli vurgulamıştır.
GKRY’nin 17 Şubat 2003’te Mısır, 17 Ocak 2007’de Lübnan, 3 Şubat 2011’de İsrail ile imzaladığı Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) Sınırlama Anlaşmaları’nın geçerliliği ve bu anlaşmalar sonrasında parsellenen bölgeler Doğu Akdeniz’de yaşanan tartışmanın temelini oluşturmaktadır. 2007 yılında Lübnan ile böyle bir niyet olmuş fakat Lübnan Parlamentosunda ilgili sınırlandırma anlaşması onaylanmadı. Dolayısıyla Güney Kıbrıs’ın sadece Mısır ve İsrail ile sözde MEB anlaşması vardır. Bu anlaşmalar Türkiye ve KKTC tarafından kabul edilmemektedir.
Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) denen kavram deniz hukuku ile ilgili Birleşmiş Milletler sözleşmesinde tanımlanıyor. BM Deniz Hukuku Sözleşmesi bunun tam bunun karşılığıdır. Burada söylenen şey her egemen devletin kıyılarından itibaren 200 deniz mili yani kabaca 370 km alana kadar deniz kaynaklarının araştırılması ve kullanması su ve rüzgâr enerjisi de dahil olmak üzere özel haklara sahip olduğu bölge olarak tanımlanıyor. Canlı cansız varlıklar, yer altı su altı zenginlikleri söz konusu devlete ait. Ancak Doğu Akdeniz, Ege ya da Karadeniz’de olduğu gibi eğer kıyıdaş devletler arasındaki mesafe çakışıyorsa burada sorun çıkıyor. Burada da normalde beklenen hakkaniyete uygun olarak tarafların bir araya gelip bunu çözümlemeleridir. Ama eğer olmuyorsa eğer söz konusu antlaşmaya ilgili mahkemelerde hakkınızı arıyorsunuz. Karadeniz’de bu mesele çözülmüş durumda. Rusya, Gürcistan, Ukrayna örnekleri varken bu hakkaniyete uygun bir şekilde çözülmüş. Dolayısıyla da arama çalışmalarından sonuç alınmasa da burada kimse birbirinin işine karışmadan kendi imkanlarıyla ya da uluslararası şirketler aracılığıyla aramalarını yapıyor. Ama maalesef Doğu Akdeniz'de bu böyle olmuyor.
Siyasi Durum ve Etkileri
Münhasır Ekonomik Bölge (MEB); kıyı devlet tarafından esas çizgiden itibaren 200 deniz mili uzaklığa kadar ilan edilebilen, kıyı devletinin egemenliği altında olmayan fakat bu alanda hem deniz tabakasında hem deniz tabanında ve deniz tabanının altında bulunan bütün canlı veya cansız doğal kaynaklar üzerinde kıyı devletine münhasır yetkiler tanıyan bir alandır. Kıyı devletine; suni adalar, tesisler ve yapılar kurma, etrafında 500 m çapında güvenlik bölgesi ilan etme ve bunları kullanma, denize ilişkin bilimsel araştırma yapma ve deniz çevresinin korunması ve muhafazası konularına ilişkin yetkiler tanımaktadır. Ancak kıyı devletlerinin kuracağı yapay adalar ve tesisler diğer devletlerin bu alanı kullanma haklarını, özellikle de uluslararası ulaşım için gerekli kabul edilmiş güzergâhları kullanmalarını engellememelidir.
MEB’in belirlenmesi için “ilan” ve “antlaşma” şeklinde iki ayrı ya da bütünler yöntem bulunmaktadır. Bu yöntemlerden MEB ilan etmek için 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS)’nin 75’inci maddesi gereğince sahildar devletin ilan ettiği MEB’i gösteren harita yayımlayarak veya coğrafi koordinatlara ilişkin listeleri gerektiği şekilde yayımlayarak bunların bir nüshasını BM Genel Sekreteri’ne göndermesi gereklidir.
1982 BMDHS kıyı devletine karasularında ve devamında münhasır ekonomik bölge ilan etme hakkını vermektedir. Öte yandan 1982 BMDHS’nin 74’üncü maddesi, sahilleri bitişik veya karşı karşıya bulunan devletler arasında MEB sınırlandırılmasının hakkaniyete uygun bir çözüme ulaşması amacıyla Uluslararası Adalet Divanı Statüsü’nün 38’inci maddesinde belirtildiği şekilde, uluslararası hukuka uygun olarak antlaşma ile yapılması gerektiğini de belirtmektedir. 
1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin ilgili 74. ve 83. Maddeleri, uluslararası yargı ve hakemlik kararlarındaki anlayışı aynen yansıtmaktadır. Bu maddeler, hem kıta sahanlığı hem de MEB sınırlandırması için “kıyıları karşıt ya da bitişik olan devletler arasında kıtasahanlığı sınırlandırması Uluslararası Adalet Divanı Statüsü’nün 38. Maddesinde belirtildiği şekli ile uluslararası hukuk kurallarına dayanan bir antlaşma ile ve hakça çözüm bulmak maksadı ile yapılır prensibini kabul etmektedir.
Özetle, Sözleşme ve uluslararası yargı kararları hakkaniyete uygun bir çözüm için; “ilgili tüm taraflar arasında varılacak bir antlaşmadan” bahsetmektedir. Bununla birlikte MEB’in tek taraflı ilan edilemeyeceğine ilişkin bir düzenleme de bulunmamaktadır.
Doğu Akdeniz’de ise devletlerin tüm kıyıdaşlarla antlaşmadan ziyade MEB’ini tek taraflı olarak ilan etme ve ikili antlaşmalar yapma yolunu seçtikleri görülmektedir. Bu kapsamda, GKRY, Libya,Suriye,Lübnan ve İsrail MEB ilanında bulunmuştur.
Öncelikle Kıbrıs 2 devletin bulunduğu bir adadır ve burada 2 devlet var, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve GKRY. Güney Kıbrıs  Rum Yönetimi dediğimiz yapının AB tarafından Kıbrıs Cumhuriyeti olarak kabul edilmesi bir hukuksuzluk ve bundan cesaret alan Rum tarafı birtakım hukuksuz işlemlere devam ediyor. Uluslararası içtihat ada devletlerine kıta devletlerine bakarak daha az kıta sahanlığı vermektedir. Libya-Malta kıta sahanlığı uyuşmazlığında böyle olmuştur. Coğrafi koşullar dikkate alınmaktadır. Kıbrıs’ın, GKRY’nin bölgeye bakan kıyıları, kıyı uzunlukları çok az, sadece 25 kilometre. Anadolu’da kıyı oldukça uzun, 250 mil, çok büyük bir mesafe farkı var. Bu durum, ilgili şart olarak GKRY’nin bölgede kazanabileceği MEB/kıta sahanlığı alanını GKRY aleyhine olumsuz etkilemelidir. Hakkaniyetin bir unsuru olarak bu durum sınıra yansımalıdır. Bir kere Kıbrıs Cumruriyeti devlet olmadığı gibi, adalara da MEB diye bir bölge tanınmıyor. Bunun bir sürü örneği var. Romanya ile Ukrayna arasında ve diğer ülkeler arasında olmuş, Uluslararası Adalet Divanı’nda (UAD) Serpent adasını tartışmışlar. Burada paylaşımı yaparken UAD kesinlikle adaya MEB tanımamış. Bunlar bizim burnumuzun dibindeki bir Meis adasına dahi MEB tanıyorlar Avrupa Birliği desteğiyle. Türkiye’yi İskenderun körfezine sıkıştırıp nefes alamaz hale getiriyorlar. Bir sürü Exxonmobil gibi şirketleri arkalarına alarak haksız bir şekilde ihaleye çıkıyorlar. 2011’den beri birinci, ikinci, üçüncü tur ihalelere çıktılar. Birincisinde Afrodit bir diye saha keşfedildi. Onun tartışmaları sürüyor. İkincisinde yine çeşitli bloklara ayırdılar. Üçüncüsünde de Exxonmobil’in de içinde olduğu yapıyı da ihale ettiler.
Türkiye Münhasır Ekonomik Bölge ilan etmeden Akdeniz’de sahip olduğu deniz yetki alanları nelerdir?
Türkiye 32°16'18" Doğu boylamından itibaren Kıbrıs Adasının batısında kalan deniz alanlarında meşru hak ve yetkilerini 2 Mart 2004 tarihinde BM belgesi olarak da yayınlanan mektubuyla kayda geçirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti uluslararası deniz hukukundan kaynaklanan ve doğal hak kabul görülen 200 millik bir kıta sahanlığı hakkına sahiptir. Türkiye , 32º 16′ 18″ meridyeninin Batısı boyunca kendisine ait olan alanların olduğunu, Doğu boylamının Batıda 28º 00′ 00" E boyunca Türkiye’nin kendi kıta sahanlığının dış sınırları hak sahibi olduğu bölgeler aynı zamanda Mısır ile olan deniz sınırını oluşturmakta ve kıta sahanlığı hakkına münhasır olduğu ipso facto (fiilen) ve ab inito (başlangıçtan beri) ilkesinin geçerli bulunduğunu, sözkonusu alanın batı kısmını kapsayan koordinatları tanımadığını BM Deniz Hukuku Bülteninde 2 Mart 2004’te yayımlatmıştır. 
Türkiye 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’ne ve 1982 BMDHS’ne taraf değildir. Karasularının genişliği ile ilgili ulusal düzenlemeleri Ege’de Yunanistan ile yaşadığı sorunlardan dolayı biraz karmaşıktır. Türkiye’nin Kara Sularının genişliği 6 mildir fakat Karadeniz ve Akdeniz’ de 12 mil uygulamaktadır.
Mevcut koşullarda Doğu Akdeniz’deki sorun birkaç farklı kategoride değerlendirilebilir. İlk kategori hiç kuşkusuz deniz yetki alanları ile ilgili devam eden hukuki tartışmadır. Bu alandaki en büyük sorun Türkiye-KKTC-GKRY-Yunanistan arasında yaşanmaktadır. Rum Yönetimi söz konusu MEB ilanını yaparken tek taraflı ve bütün adanın temsilcisiymiş gibi hareket ederek Kıbrıs’taki Türk Toplumunu yok saymıştır. Rum Yönetiminin bu tavrını sürdürmesi üzerine Türkiye, KKTC ile anlaşarak 21 Eylül 2011’de “Akdeniz’de Kıta Sahanlığı Sınırlandırması Hakkında Anlaşma” imzalamıştır.
Bunun dışında ne yapıldı? 
Türkiye’nin ilgili kurumu olan Petrol İşleri Genel Müdürlüğü Türkiye’nin devlet şirketi olan Türkiye Petrolleri’ne kendi ‘Ekonomik Münhasır Bölgesi’ olarak kabul ettiği alanda ruhsat verdi. Yani aynı Rumların hukuksuz bir şekilde Kıbrıs adasını kendilerine ait olarak görüp verdiği ruhsatlar gibi hukukuna uygun bir şekilde Türkiye, Türkiye Petrolü’ne ruhsatlar verdi. Bir kere böyle bir hak iddiamız var. İkincisi KKTC de ‘madem Rumlar böyle yapıyor’ deyip çeşitli lisans ve ruhsat alanları belirleyip bunu Türkiye petrollerine verdi. Nitekim Rumlar Kıbrıs adasının etrafında 13 tane ruhsat alanı tanımlamış. KKTC de A dan G ye kadar harflendirerek vermiş. Bunlar çakışıyor. Dolayısıyla Türkiye ve KKTC bu uygulamaların hepsinde hangi faza uyuyorsa yani acaba bu çatışan alanlar Türkiye’nin verdiği, MEB kabul ettiği ve TPAO’ya verdiği ruhsatlarla mı ilgili, yoksa KKTC ile mi ilgili ya da hiçbirisini içermiyorsa bu adanın etrafındaki zenginlikler tek taraflı olarak Rumlara ait değildir denilip dillendirilen üçlü bir itiraz var.
Türkiye ve GKRY arasındaki ihtilafın boyutlarından biri olan GKRY’nin tek yanlı ve adanın "tek hakimi" gibi davranarak, 2007’den itibaren ruhsatlandırma çabalarına girmesi sonucunda parsellediği blokların 1,4,5,6,7 kısımlarının Türkiye kıta sahanlığı ile örtüşen sınırlardan kaynaklanmasıdır.
Ayrıca, Güney Kıbrıs’ın ilan ettiği 1, 2, 3, 8, 9, 12, 13 bloklarındaki deniz yetki alanları KKTC deniz sınır alanları ile örtüşmektedir. Nitekim, GKRY’nin mevcut uygulamaları KKTC’nin haklarını da ihlal etmektedir. GKRY’nin ihaleye açtığı alanların yüz ölçümü 55.000 km²’ye ulaşmaktadır. Türkiye’nin haklarına tecavüz eden 7.000 km2’lik alan çıktıktan sonra geriye kalan 48.000 km2’lik sahanın her bir santimetre karesinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin de hakları vardır.
Sonuç
Türkiye Akdeniz’de MEB uygulamasında bölge ülkeleri arasında yalnız kaldığı gözlemlenlenmektedir. 
Doğu Akdeniz’in karmaşık fiziki ve siyasi coğrafyası, çatışan menfaatler ve bölgede bulunan doğal kaynaklar nedeniyle son zamanlarda önem kazanan kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge sınırlarının belirlenmesi işleminin öncelikle, bu denize kıyısı olan Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail, Mısır, Yunanistan, İngiltere, Filistin, KKTC ve GKRY’nin katılacağı çok taraflı bir antlaşma ile çözüme kavuşturulması hukuki bir gerekliliktir.
Bahse konu kıyıdaş devletlerin tamamının katılımıyla, Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarının paylaşımı pek mümkün görülmese de, Türkiye’nin ileride ulaşılacak çözümün zeminini oluşturmaya hizmet etmek üzere, bir an önce kendi tezlerini ve teknik çalışmalarını hazırlaması ve taleplerini belirgin hale getirmesi gerekmektedir. Türkiye’nin münhasır ekonomik bölge sınırlarını belirlemesi, Doğu Akdeniz’deki politikalarını ve uygulamalarını bu sınırlara göre yönlendirmesi açısından da büyük önem arz etmektedir.
Münhasır Ekonomik Bölge ilanıyla bütünleşecek politikalara ihtiyaç var. Belirlenecek yeni politikada iki seçenek masada duruyor: Bunlardan birincisi Türkiye Cumhuriyeti ve KKTC’nin bağımsız devletler olarak ayrı ayrı ilan edecekleri kendi MEB’leri içerisinde hidrokarbon aramalarında bulunmak. İkincisi ise uluslararası şartların değiştiği dikkate alınarak gelecek yıldan itibaren KKTC’nin Türkiye ile bütünleşmesine odaklanmak suretiyle ilan edilecek yeni MEB’de hidrokarbon aramaları yapmak. 
Her iki durumda da deniz alanımızda bulunan potansiyel kaynakların araştırılmasına öncelik verilmeli. Şimdiye kadar derin denizlerde keşif-arama çalışmalarında pek bulunmadığımız ve denizlerimizi ihmal ettiğimiz bir gerçek. Bu durum Doğu Akdeniz için daha fazlasıyla geçerli. Gerek kendi imkanlarımızı geliştirerek gerekse derin denizde arama teknolojisine sahip yabancı şirketlerle ortaklık yoluyla tüm deniz alanlarımızı kapsayacak bir enerji arama seferberliği başlatılmalı.








Comments

  1. This comment has been removed by a blog administrator.

    ReplyDelete

Post a Comment

Popular posts from this blog

"Altın Madeni’nde Siyanürle Altın Aranıyor" iddiası..

Akdeniz’in Hidrokarbon Potansiyeli

Yörükler-1 kuyusu kuru kuyu olma ihtimali riski çok yüksek