Doğu Akdeniz'in Jeopolitik Satranç Tahtası
Doğu Akdeniz, zengin hidrokarbon kaynakları ve karmaşık deniz sınır anlaşmazlıkları nedeniyle oldukça çekişmeli bir bölge haline gelmiştir. Kıbrıs, Türkiye, Yunanistan ve Mısır gibi kıyı ülkeleri, dış güçlerin ve stratejik çıkarların da dahil olmasıyla daha da kötüleşen münhasır ekonomik bölgeleri (MEB) konusunda kapsamlı müzakereler yürütmüştür. Anlaşmazlıklar genellikle, özellikle adaların dahil edilmesiyle deniz bölgelerinin sınırlandırılması etrafında yoğunlaşmaktadır; zira adaların sınır müzakerelerine dahil edilmesi meseleleri karmaşıklaştırmaktadır.
Önemli doğalgaz rezervlerinin keşfi, gerilimleri artırarak jeopolitik rekabeti körüklemiş ve bölgesel ittifakları değiştirmiştir. Bu makalem, bölgedeki tarihi ve güncel gelişmeleri, kilit aktörleri, rekabet eden iddialarını ve bu deniz anlaşmazlıklarının daha geniş jeopolitik etkilerini incelemektedir. Bu sorunların bölgesel devletler arasındaki ilişkileri nasıl etkilediğini ve Doğu Akdeniz'deki enerji manzarasını nasıl şekillendirdiğini araştırmaktadır.
Türkiye'nin Bakış Açısı
Türkiye'nin bakış açısından, Doğu Akdeniz'deki mevcut fiili deniz sınırları,haksız ve yasadışı bir şekilde Türkiye'nin haklı deniz alanını elinden almaktadır. Sonuç olarak, Türkiye bu fiili sınırlara dayalı açık deniz doğalgaz geliştirme için yapılan bölgesel anlaşmaları gayrimeşru olarak görmektedir. Bu anlaşmazlık, Avrupa Birliği tarafından görevlendirilen ve 2000'li yılların başlarında Sevilla Üniversitesi tarafından hazırlanan bir kartografik çalışma olan "Sevilla haritasına" kadar uzanmaktadır.
Harita, Yunanistan ve Kıbrıs için azami sınırlar belirlemiş ve her yerleşim yeri bulunan Yunan adasının kıyılarından, büyüklüklerine veya Türkiye kıyılarına yakınlıklarına bakılmaksızın uzanarak, Türkiye'nin çıkarlarına tecavüz etmiştir. Türkiye'nin haksız sınırlandırmaya ilişkin iddiaları, Akdeniz kıyı şeridinin ABD-Meksika sınırından daha uzun olması nedeniyle bir miktar haklılık payı taşımaktadır. Türkiye ile Mısır arasındaki bölgeye ilişkin olarak Türkiye, sınırın “Türk ve Mısır kıyı şeritleri arasındaki orta çizgiyi takip etmesini” ve batıdaki son noktanın Ege Denizi ve Akdeniz'de ilgili tüm devletlerin katılımıyla yapılacak gelecekteki anlaşmaların sonucuna göre belirlenmesini önermiştir.
Türkiye, konvansiyonel ve örfi hukukun deniz sınırlandırması için farklı kurallar öngörmediğini savunmakta ve Kıbrıs ile Mısır arasındaki anlaşmanın Türkiye'nin katılımını içermediğini, böylece 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi'nin 74 (1) ve 83 (1) maddelerinde belirtilen hakkaniyet ilkesini göz ardı ettiğini iddia etmektedir. Türkiye ile Mısır arasındaki bölgeye ilişkin olarak Türkiye, sınırın “Türk ve Mısır kıyı şeritleri arasındaki orta çizgiyi takip etmesini” ve batıdaki son noktanın Ege Denizi ve Akdeniz'de ilgili tüm devletlerin katılımıyla yapılacak gelecekteki anlaşmaların sonucuna göre belirlenmesini, ilgili tüm özel ve uygun koşullar dikkate alınarak önermiştir. Sonuç olarak Türkiye, kıyı şeridi ile Mısır arasındaki sınırın orta hat olarak belirlenmesi gerektiğini, batı kesiminin belirlenmesinin ise tüm ilgili taraflar arasında anlaşma yoluyla çözülmesi gerektiğini savunmaktadır.
Yunanistan'ın deniz sınırlandırmasında eşit uzaklık ilkesini uygulamasına karşılık Türkiye, eşit uzaklığın genel geçerliliğe sahip bir ilke olmadığını, bunun yerine deniz sınırlandırma yöntemlerinden biri olduğunu ve uluslararası hukuk ilkelerine uygun adil bir sonuca yol açmadığını vurgulamaktadır. Türkiye, bazı özel ilkelerin altını çizmektedir: 'kara denize hakimdir'; 'kıyı devletinin deniz alanlarında 'kesinti etkisi' olmamalıdır'; ve 'ilgili kıyılar ve verilecek deniz alanları arasında makul bir orantılılık derecesi olmalıdır'.
Ancak, bölgedeki yukarıda bahsedilen Yunan adalarının aksine Kıbrıs, başka bir kıyı devletinin parçası değil, herhangi bir anakara ülkesinden ayrı bir siyasi varlıktır. Bu bağlamda Türkiye, ilgili kıyı uzunluklarındaki önemli farklılığı vurgulamaktadır. Bu faktörü göz önünde bulunduran Türkiye, Kıbrıs adasına kendi deniz alanına kıyasla daha küçük bir deniz alanı tahsis etmenin adil olduğunu savunmaktadır. Türk anlatısına göre, bölgedeki çatışmanın başlangıç noktası, bölgedeki diğer ilgili tarafların, özellikle de Türkiye'nin dahil edilmediği Mısır ve Kıbrıs arasındaki anlaşmadır.
Bu durum, Türk hükümetinin ülkenin güvenliğini ve deniz alanını korumak için yaptığı karşı hamlelere yol açmıştır. Ayrıca Türkiye, "hem Kıbrıs Türklerini hem de Kıbrıs Rumlarını ve dolayısıyla Kıbrıs adasının tamamını birlikte temsil etmeye yetkili, yasal veya pratikte tek bir otorite yoktur. Kıbrıs Rumları, eşit statüye sahip olan Kıbrıs Türkleri veya Kıbrıs adasının tamamı üzerinde yetki, yargı yetkisi veya egemenlik iddiasında bulunamazlar."
Daha İyi Anlaşmaların Önündeki Engel mi?
Türkiye ile Libya'nın BM tarafından tanınan hükümeti arasında, Yunanistan'ın da hak iddia ettiği güney Ege suları üzerinde varılan anlaşmanın ardından Atina, İsrail ve GKRY ile üçlü bir ortaklık kurdu. Gazze Savaşı'nda İsrail'i en çok destekleyen ülkelerden biri olurken, Türkiye ise İsrail'i sert bir şekilde eleştirdi. Türkiye, Hamas'ın 7 Ekim saldırılarına İsrail'in verdiği yanıtı orantısız olarak kınadı. Yunanistan ve çoğu Batı ülkesinin aksine, Türkiye Hamas'ı terör örgütü olarak sınıflandırmıyor. Türkiye'nin enerji hedeflerine rağmen, Doğu Akdeniz'deki son gaz keşifleri, bölgenin gelişen enerji ve güvenlik ortamından dışlanma endişelerini artırdı. Bu endişe esas olarak iki birbiriyle bağlantılı faktörden kaynaklanıyor:
1) Doğu Akdeniz gaz boru hattı projesinin önerilen güzergahı ve
2) Doğu Akdeniz Gaz Forumu'nun kurulması. Avrupa'ya planlanan 10 milyar avroluk boru hattı, Yunanistan, Kıbrıs ve İsrail arasında artan işbirliğine dayanıyor ve bu da Türkiye'yi girişimden fiilen dışlıyor. Bu bağlamda, deniz sınırları anlaşması Libya'nın kendisinden ziyade Doğu Akdeniz'e odaklanmıştı. Bunun nedeni, anlaşmanın, önerilen İsrail-Yunanistan-Kıbrıs doğalgaz boru hattının, Türkiye-Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti denizcilik anlaşmasında belirtildiği gibi, Türkiye'nin hak iddia ettiği deniz alanlarından geçmesi gerektiğini belirtmesidir. Bu, Türkiye'nin hak iddialarını atlatmayı amaçlayan her türlü projeyi engelleme niyetini vurgulamaktadır.
Ayrıca, Doğu Akdeniz'in elektrik için önemli bir geçiş alanı haline gelmesiyle birlikte, Yunanistan ve Türkiye arasındaki denizcilik anlaşmazlığının yoğunlaşması muhtemeldir. Avrupa Birliği'nin bölgedeki amiral gemisi girişimlerinden biri, İsrail, Kıbrıs ve Yunanistan'ın ulusal elektrik şebekelerini 1.208 km'lik denizaltı kablosuyla bağlayacak 2.000 MW'lık bir elektrik otoyolu olan EuroAsia Enterkonnekte'dir.. Bir diğer önemli proje ise, Mısır, Kıbrıs ve Yunanistan'ın elektrik şebekelerini 1.396 km'lik denizaltı kablosuyla bağlamayı amaçlayan EuroAfrica Enterkonnekte'dir. Bu iki ara bağlantı hattı, AB'ye Kıbrıs, Mısır ve İsrail'in doğalgaz rezervlerinden ve yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilen elektriği sağlamak üzere tasarlanmıştır. Projenin görsel dokümantasyonu, Kıbrıs'tan Girit'e uzanan önerilen kablo güzergahının, Türkiye'nin kıta sahanlığının bir parçası olarak kabul ettiği bir alandan geçtiğini ortaya koymaktadır. Denizaltı kablosunun en alçak noktası deniz seviyesinin 3.000 metre altına ulaşacaktır. Çeşitli raporlara göre, Ankara, Yunanistan ve İsrail büyükelçiliklerine ve AB heyetine, Türkiye'nin kıta sahanlığı bölgesinde herhangi bir çalışma yapmadan önce Türkiye'nin iznini almaları gerektiğini belirten diplomatik notalar göndermiştir.
Ayrıca, İsrail'in GKRY ve Yunanistan ile ortaklığı, İsrail ve Türkiye arasındaki ilişkilerin normalleşmesine bir meydan okuma oluşturmaktadır. Ankara, Doğu Akdeniz'de daha büyük Münhasır Ekonomik Bölgeler (MEB) iddia etmesine olanak tanıyan "Mavi Vatan" doktrinine dayalı alternatif iddialar sunmuştur. Özellikle, Türkiye'nin "Mavi Vatan" doktrini İsrail'in çıkarlarıyla çelişmiyor ve bu da iki ülke arasında Doğu Akdeniz Bölgesi'nde münhasır ekonomik bölge sınırlandırması konusunda potansiyel iş birliği yolları olduğunu gösteriyor. İsrail, Türkiye ile bir anlaşması imzalarsa, kendi münhasır ekonomik bölge'sini önemli ölçüde genişletebilir. Şu anda, İsrail'in Doğu Akdeniz Bölgesindeki deniz bölgesi, Tayvan Cumhuriyeti ile mevcut münhasır ekonomik bölge anlaşması nedeniyle sınırlamalarla karşı karşıya kalabilir ve bu da potansiyel kayıplara yol açabilir. Ayrıca, hem Mısır hem de Lübnan'ın Türkiye ile anlaşma imzalamaları durumunda ek münhasır ekonomik bölge kazanacaklarını belirtmek önemlidir. Hamas saldırısından sonra aksasa da, İsrail ve Türkiye arasında 2022'de tam diplomatik ilişkilerin yeniden kurulmasının ardından Türkiye, İsrail ile doğalgaz iş birliği potansiyelini vurguladı. Şubat 2023'te İsrail ve Lübnan, ABD'nin arabuluculuğuyla kalıcı bir deniz sınırı oluşturmak üzere bir anlaşma imzalayarak bölgenin hidrokarbon potansiyeline erişimin önündeki önemli bir engeli ortadan kaldırdı. Ertesi ay, Türkiye ve Körfez İşbirliği Konseyi'nin Serbest Ticaret Anlaşması için resmi müzakerelere başlama konusunda anlaştığı bildirildi. Dolayısıyla, bölgedeki dinamikler karmaşıktır ve münhasır ekonomik bölge anlaşmalarıyla ilgili kararlar, her ülkenin Doğu Akdeniz'deki deniz sınırları ve kaynakları için önemli sonuçlar doğurmaktadır.
SONUÇ
Doğu Akdeniz'deki deniz sınırlandırma anlaşmazlıkları, uluslararası hukuk, coğrafi gerçekler ve siyasi çıkarlar arasındaki karmaşık etkileşimi göstermektedir. Önemli hidrokarbon kaynaklarının keşfi, özellikle Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs arasında uzun süredir devam eden gerilimleri yoğunlaştırmış, aynı zamanda İsrail, Mısır ve Avrupa Birliği gibi dış aktörleri de işin içine katmıştır. Bu anlaşmazlıklar, adaların dahil olması ve kıta sahanlıkları ile Münhasır Ekonomik Bölgeler (MEB) üzerindeki çakışan iddialarla daha da karmaşık hale gelmektedir. Türkiye'nin "Mavi Vatan" doktrinine dayanan itirazları, Yunanistan, Kıbrıs ve Mısır'ın katılımı olmadan yaptığı anlaşmalara karşı, deniz alanının ve kaynaklarının daha büyük bir payını güvence altına alma kararlılığını yansıtmaktadır. Yunanistan, İsrail ve Kıbrıs arasındaki büyüyen ittifaklar, Doğu Akdeniz boru hattı ve denizaltı elektrik ara bağlantıları gibi enerji projeleriyle birlikte, bölgenin stratejik önemini göstermektedir. Bununla birlikte, bu ittifaklar Türkiye'yi fiilen dışlayarak mevcut gerilimleri daha da artırmaktadır. Bu arada, Türkiye'nin Libya ile anlaşma arayışı ve İsrail ile potansiyel işbirliği, bölgesel enerji ortamında marjinalleşmeyi önleme çabalarını göstermektedir. Süregelen diplomatik çabalara ve müzakerelere rağmen, ilgili tarafların son derece köklü tutumları, Doğu Akdeniz'deki deniz sınır anlaşmazlıklarının bölgesel sürtüşmenin kalıcı bir kaynağı olmaya devam edeceğini göstermektedir. Bölgenin gelecekteki istikrarı ve ekonomik kalkınması, bu ülkelerin hem coğrafi gerçekleri hem de uluslararası hukuk ilkelerini dikkate alan adil anlaşmalara varabilme yeteneklerine bağlıdır.
Doğu Akdeniz'deki deniz sınırlandırma anlaşmazlıkları, uluslararası hukuk, coğrafi gerçekler ve siyasi çıkarlar arasındaki karmaşık etkileşimi göstermektedir. Önemli hidrokarbon kaynaklarının keşfi, özellikle Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs arasında uzun süredir devam eden gerilimleri yoğunlaştırmış, aynı zamanda İsrail, Mısır ve Avrupa Birliği gibi dış aktörleri de işin içine katmıştır. Bu anlaşmazlıklar, adaların dahil olması ve kıta sahanlıkları ile Münhasır Ekonomik Bölgeler (MEB) üzerindeki çakışan iddialarla daha da karmaşık hale gelmektedir. Türkiye'nin "Mavi Vatan" doktrinine dayanan itirazları, Yunanistan, Kıbrıs ve Mısır'ın katılımı olmadan yaptığı anlaşmalara karşı, deniz alanının ve kaynaklarının daha büyük bir payını güvence altına alma kararlılığını yansıtmaktadır. Yunanistan, İsrail ve Kıbrıs arasındaki büyüyen ittifaklar, Doğu Akdeniz boru hattı ve denizaltı elektrik ara bağlantıları gibi enerji projeleriyle birlikte, bölgenin stratejik önemini göstermektedir. Bununla birlikte, bu ittifaklar Türkiye'yi fiilen dışlayarak mevcut gerilimleri daha da artırmaktadır. Bu arada, Türkiye'nin Libya ile anlaşma arayışı ve İsrail ile potansiyel işbirliği, bölgesel enerji ortamında marjinalleşmeyi önleme çabalarını göstermektedir. Süregelen diplomatik çabalara ve müzakerelere rağmen, ilgili tarafların son derece köklü tutumları, Doğu Akdeniz'deki deniz sınır anlaşmazlıklarının bölgesel sürtüşmenin kalıcı bir kaynağı olmaya devam edeceğini göstermektedir. Bölgenin gelecekteki istikrarı ve ekonomik kalkınması, bu ülkelerin hem coğrafi gerçekleri hem de uluslararası hukuk ilkelerini dikkate alan adil anlaşmalara varabilme yeteneklerine bağlıdır.

Comments
Post a Comment