Ukrayna’daki Savaş ve Doğu Akdeniz Gazının Avrupa İçin Artan Önemi

AB’nin Rusya’ya karşı ABD’nin öncülük ettiği yaptırımlara katılması karşılığında Moskova’nın petrol ve gaz alanındaki karşı yaptırımlarına maruz kalması ise Avrupa ülkelerinin bazıları açısından çok yıkıcı etkilerin ortaya çıkmasına neden oldu. Petrol ve gaz alanında Rusya’ya olan bağımlılık sorununu çözmeden Moskova ile böyle bir güç mücadelesi içerisine girilmesi, birçok AB ülkesinin tüm ekonomik zenginliklerine rağmen başa çıkmakta zorlandıkları bir doğal gaz krizi ile karşı karşıya kalmalarına yol açtı.
Bu sorunun üç boyutundan bahsetmek mümkündür. Birinci olarak, her şeyden önce bazı Avrupa ülkeleri kışa girilirken ciddi bir doğal gaz tedarik riskine sahiptirler. İkinci olarak, kriz nedeniyle aşırı şekilde yükselen enerji fiyatları, dünyanın diğer bölgelerinde olduğu gibi Avrupa’da da özellikle bu açıdan dışa bağımlı ülkelerde hayat pahalılığının, ona bağlı yoksulluğun sonucu olarak istikrarsızlığın artması endişesini de beraberinde getirmektedir. Üçüncü olarak, Rusya ile yaşanan bu gerginliğin Moskova’ya karşı izlenecek politika konusunda AB ülkeleri arasındaki çatlağı derinleştirdiği, yaptırımların olumsuz sonuçlarından korkan bazı AB ülkelerinin bu alanda alınmak istenen ortak kararlara uymak istemediği ve hatta bazı AB ülkelerinde bu konuda iç aktörler arasında da ciddi tartışmalar yaşandığı görülüyor.
Bu sorunlara yakından bakmadan önce AB-Rusya petrol ve gaz ilişkilerinde gelinen son noktaya dair birtakım tespitler yapalım. Öncelikle savaş öncesinde AB’nin doğal gaz tedarikinde Rusya’nın çok önemli bir yere sahip olduğunun altını çizmek gerekir. 2020 verilerine göre, AB ihtiyaç duyduğu toplam doğal gazın %58’ini ithal etmek zorunda kalmıştır. Aynı yıl içinde ithal ettiği kömürün %54’ünü, doğal gazın %43’ünü ve petrolün %29’unu Rusya’dan temin etmişti. Bu rakamlar, dünyanın en büyük doğal gaz tüketicileri arasında yer alan AB ülkelerinin bu alanda Rusya’ya ciddi bir bağımlılığı olduğunu göstermekteydi.
Ancak bütün AB üyelerinin bu konuda aynı pozisyonda olmadığını, bazılarının bağımlılık düzeyi çok yüksek iken bazıları açısından bir bağımlılıktan bahsetmenin söz konusu olmadığını da ifade etmek gerekir. Örneğin doğal gaz konusunda Finlandiya, Baltık ülkeleri, Polonya, Macaristan, Slovakya, Bulgaristan, Avusturya ve Almanya’nın savaş öncesinde alternatif kaynaklarla telafi edilmesi zor düzeyde Rus gazına bağımlılıkları söz konusuydu. Finlandiya, Estonya ve Bulgaristan için bu bağımlılığın derecesi %100’e ulaşıyordu.
Kışın her iki açıdan da sert geçmesini önlemek isteyen AB liderlerinin, geçmişte silah ambargosu uyguladıkları ülkelerin “diktatör” diye nitelendirdikleri liderlerine ziyaretler düzenleyerek Rusya gazına alternatif arayışını hızlandırdıkları görülüyor. Zira özellikle enerji ve gıda fiyatlarında yaşanan aşırı artışların, Avrupa’da aşırı sağ ve popülist kesimleri yeniden hareketlendirdiği görülüyor.
Rusya’nın Ukrayna’ya girmesi ile birlikte Doğu Akdeniz gazının Avrupa’nın gaz arz güvenliğinde oynayabileceği rol hararetle tartışılmaya başlandı. Avrupa Birliği’nin Rus gazına olan bağımlılığını önümüzdeki beş yıl içinde sona erdirmesine ilişkin planında her ne kadar Doğu Akdeniz gazına ilişkin somut bir atıf yapılmasa da Rusya’dan ithal edilen yıllık 155 milyar metreküp gazın 60 milyar metreküpünün alternatif kaynaklardan tedarik edilmesinde Doğu Akdeniz gazı dolaylı olarak yer almaktadır.
Fiyatların cazipliğinden dolayı geçtiğimiz aylarda Mısır’dan ihraç edilen sıvılaştırılmış doğal gazın tamamen Avrupa piyasalarına kayması dikkat çekmektedir. Mısır’daki LNG tesisleri tam kapasite çalışabilirse toplamda 19 milyar metreküpe ulaşabilir. Ancak bunun için İsrail gazı da gereklidir. Bu rakamın üstüne çıkmak yeni ihracat altyapı projelerine bağlıdır. Dikkatlerin İsrail-Türkiye doğal gaz boru hattı projesine çevrilmesinin bir nedeni de budur.
Güney Kıbrıs'ta ise bugüne kadar üç adet doğal gaz sahası keşfedilmiştir. Bunlardan yalnızca Afrodit sahasında yatırım kararı aşamasına gelinmiş ancak saha geliştirme planları konusunda Güney Kıbrıs Rum hükümetiyle olan görüşmelerin uzaması, üretilecek gazın iç ve dış pazarlara ulaştırılması için altyapının olmaması ve İsrail ile sınırda bulunan kaynakların kullanımı konularında henüz bir anlaşmaya varılamaması gibi birçok nedenle henüz devreye alınamamıştır. Afrodit sahasındaki gazın Mısır’a ulaştırılması için bir boru hattı yapma konusunda iki ülke arasında hükümetler arası anlaşma imzalanmasına karşın henüz somut bir adım atılmamıştır. Dolayısıyla hem üretimin hem de gaz ihracatının yapıldığı Mısır ve İsrail odak noktası olmuştur.
Doğu Akdeniz’in Artan Gaz Ticareti
Şimdiye kadar düzinelerce gaz sahası keşfedilen Mısır’da gaz ihracatı iki yolla yapılmaktadır: Boru hattıyla Ürdün’e ve sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) yoluyla uluslararası piyasalara. Mısır’ın 2008 ile 2012 arasında İsrail’e gaz ihracı için kullandığı Eastern Mediterranean Gas (EMG) boru hattında gaz akış yönü tersine çevrilmiş olup bugün İsrail’den Mısır’a gaz ithal etmek için kullanılmaktadır. Tamar sahasında gaz üretimine başlanılmasıyla İsrail önce kendi ihtiyacını karşılar hale gelmiş, 2017’de de Ürdün’e gaz ihracatına başlamıştır. Ayrıca, yukarıda bahsedilen EMG boru hattıyla da 2020’de Mısır’a gaz ihracatına başlamıştır.
İsrail’in bugünkü ihracat pazarları olan Ürdün ve Mısır’a mevcut kontratların dışında (yıllık 10 milyar metreküp) ek gaz satması pek olası değildir. Tamar ve Leviathan sahalarında yıllık üretimin ikiye katlanması (yani yıllık 20 milyar metreküp civarında) ancak ek üretim miktarının uzak piyasalara satılması ile mümkündür. İç piyasada bu miktarda gazın eritilmesi mümkün değildir çünkü yakında üretime başlayacak sahalar (mesela Karish) iç talebi rahatlıkla karşılayacaktır.
İsrail gazını uzak piyasalara ulaştırmada iki alternatif üzerinde durulmuştur: Boru hattı ve LNG. Leviathan sahasından başlayıp Güney Kıbrıs ve Girit üzerinden Yunanistan’a ve oradan İtalya’ya bağlanması planlanan Doğu Akdeniz Gaz Boru hattı projesi (EastMed) yıllarca tartışma konusu olmuş ancak Biden ve ABD Dışişleri Bakanlığı’nın bu projeyi desteklemeyeceğini çeşitli vesilelerle açıklaması üzerine önemini yitirmiş ve sadece sanal bir proje olarak tozlu raflarda yerini almıştır.
Bu projeden önce İsrail’in Leviathan sahasından Türkiye’ye denizin altından bir boru hattı çekilerek gaz ihracatı gündeme gelmiş ancak gerek ticari şartlarda anlaşmaya varılamaması gerekse iki ülke arasındaki ilişkilerin bozulması nedeniyle arka plana itilmişti. Ancak ilişkilerin normalleşmesi yolunda son zamanlarda atılan adımlar nedeniyle proje tekrar gündeme gelmiştir.
Ne var ki, oluşan iyimser havayı değerlendirirken bir boru hattı projesinin alıcı ile satıcı arasında yapılacak gaz alım-satım anlaşması olmaksızın hayata geçemeyeceği gerçeğini, yani ticari boyutunu göz ardı etmemek gerekir. Ticari boyut söz konusu olduğunda dikkatleri Leviathan sahasının operatörü olan Chevron üzerinde toplamak gereklidir. Chevron ve Leviathan sahası ortakları, temelde iki alternatif üzerinde durmaktadır. Birincisi, deniz altından bir boru hattıyla Leviathan gazını Mısır’daki LNG ihracat tesislerine getirmek ve oradan LNG olarak dış piyasalara satmak. İkincisi ise İsrail’de bir yüzer LNG tesisi kurmak. Her iki alternatif konusunda müzakereler ve değerlendirmeler devam etmektedir. İsrail-Türkiye boru hattı projesinin bu opsiyonların önüne geçebilmesi için başka bir konunun daha aydınlatılması gereklidir: Kıbrıs sorununun sorun olmaktan çıkarılması.
Diğer yandan, Doğu Akdeniz’deki önemli sorunlardan biri de deniz yetki alanlarının sınırlandırılması konusunda bölge ülkeleri arasında bir uzlaşı sağlanamamış olmasıdır. Tarafların maksimalist yaklaşımları, bölgede gaz arama faaliyetlerinden gazın ticarileştirilerek dış pazarlara sunulmasına kadar birçok aşamanın önünde büyük bir engel haline gelmiştir. Halbuki uluslararası hukuk bize, Doğu Akdeniz’deki tek taraflı münhasır ekonomik bölge iddialarının ve ikili deniz sınırı sınırlandırma anlaşmalarının, üçüncü tarafların çıkarlarını dikkate almıyorlarsa pek bir değeri olmadığını söylemektedir.
Gerek Kıbrıs sorunu gerekse diğer bölge sorunları açısından bakıldığında Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikasının önemli hedeflerinden birinin güvenlik olduğu görülür. Türkiye’nin, Kıbrıs Türklerinin ve bütün bölge halklarının güvenliğinin sağlanmasının Ankara’nın bölge politikası açısından önemli olduğunun altını çizmek gerekir. Kıbrıs’ın yanında, Ege adaları sorunu, Suriye, Filistin-İsrail, Lübnan ve Libya sorunları, Doğu Akdeniz’de güç politikasının öne çıktığını ve gerek bölge ülkelerinin gerekse bölge dışı ülkelerin uyguladığı güç politikasına karşı sağlam bir şekilde durulmaması halinde Türkiye açısından büyük zararlara yol açabileceğinin işaretlerini vermektedir.
Bu çerçevede Ankara’nın Libya’daki uluslararası camia tarafından tanınan meşru Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne (UMH) isyancı General Hafter karşısında destek vermesi Türkiye’nin Doğu Akdeniz’e yönelik güvenlik politikasıyla yakından ilgilidir. Bu destek sayesinde ayakta kalan UMH ile Kasım 2019’da imzalanan Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına Dair Mutabakat Türkiye’nin kıta sahanlığı sınırlarını netleştirmesine ve BM’ye bildirip ilan etmesine imkan vermiştir. Türkiye’nin yakın tarihsel, kültürel ve ekonomik bağlara sahip olduğu Libya’daki meşru hükümetin bundan sonraki süreçte de desteklenmesi hem de Mısır Ankara’nın Doğu Akdeniz politikasının önemli hedeflerinden biri olmaya devam edecektir.
Doğu Akdeniz politikasındaki hedeflerine ulaşmak için Türkiye’nin özellikle son yıllarda gerek ekonomik gerekse askeri kapasitesini ciddi şekilde artırdığı görülüyor. Bölgede imzaladığı anlaşmalarla sınırlarını ilan ettiği kıta sahanlığında varlığını göstermek adına iki sismik araştırma ve 4 derin sondaj gemisinden oluşan güçlü bir enerji filosu kuran Türkiye, bu gemilerin arama faaliyetleri ve onlara eşlik eden askeri gemilerin varlığıyla Doğu Akdeniz’de hesaba katılması gereken bir aktör olduğunu gösteriyor.




Comments

Popular posts from this blog

"Altın Madeni’nde Siyanürle Altın Aranıyor" iddiası..

Yunan’ın Türk Korkusuyla Giriştiği İtalya ve Mısır Anlaşmalarındaki Hüsranı

Rezerv nedir, Rezerv ne demek?