Türkiye-Suriye-KKTC Deniz Yetki Alanı Sınır Anlaşması
Suriye'de Beşşar Esad liderliğindeki Baas rejiminin çökmesinin ardından, yeni Suriye geçici hükümeti ile Türkiye arasında deniz sınırlarının belirlenmesi konusunda bir anlaşma öneriliyor. Daha önce Hatay'ın statüsü konusundaki anlaşmazlık nedeniyle sekteye uğrayan deniz sınırı sınırlandırma süreci, Türkiye-Suriye ilişkilerinin bozulması nedeniyle 2011 yılında kesintiye uğradı. Hatta bu nedenlerle her iki ülkenin 12 mil genişliğindeki karasularını ayıracak yan sınır bile belirlenemedi.
Türkiye'nin de iyi ilişkiler içinde olduğu yeni Suriye hükümetinin kurulmasıyla deniz sınırlarının sınırlandırılmasının gündeme gelmesi normal karşılanmalıdır. Önerinin savunucuları, Doğu Akdeniz'de nispeten uzun kıyı şeridi nedeniyle uluslararası hukuka göre avantajlı bir konuma sahip olan Türkiye'nin Suriye ile yapacağı bir deniz sınırı anlaşmasının Türkiye'ye nispeten daha geniş deniz alanları sağlayacağını savunuyorlar.
Öneriye göre, deniz yetki alanları Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne (KKTC) devredilecek, ancak Türkiye'nin deniz yetki alanının bir kısmı yasal olarak güneye, KKTC ile Suriye arasındaki sınırlara kadar uzanabilir. Böyle bir deniz yetki sınırının yasal olarak mümkün olup olmadığı bir yana, Türkiye ile Suriye arasında olası bir deniz sınırı anlaşmasının bazı avantajları ve dezavantajları bu aşamada dikkate alınmalıdır.
Hiç şüphesiz, böyle bir anlaşma Türkiye için kazanımlar sağlayacaktır, çünkü Suriye, Hatay bölgesinin Türkiye egemenliği altında olduğunu resmen kabul ediyor. 1980'lerin başında, iki ülke karasuları yan sınırını belirlemek için müzakereler yaptı, ancak görüşmeler Hatay konusundaki görüş ayrılıkları nedeniyle başarısız oldu.
Bir diğer kazanım da enerji odaklı olacak. Deniz sınırlarının belirlenmesiyle birlikte Türkiye'nin bilgi ve deneyimi, altyapısı ve teknolojisi Suriye'ye enerji arama faaliyetleri açısından da avantaj sağlayacaktır. Öte yandan, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki güçlü bölgesel rolünün Suriye'nin diğer bölgesel aktörlerle ilişkilerini güçlendirmesine de yardımcı olabileceği söylenebilir.
KKTC'nin Türkiye-Suriye deniz sınırı anlaşmasına dahil edilmesi, hem Rum yönetiminin maksimalist taleplerini ve KKTC'nin haklarını gasp etmesini önleyecek hem de KKTC'nin Suriye tarafından en azından fiilen tanınmasının önünü açacaktır.
Aslında Doğu Akdeniz'de devam eden gerginliğin temeli, özellikle Rum yönetiminin Türkiye ve KKTC'yi dışlama yönündeki tek taraflı girişimleriyle oluşturulan tartışmalı deniz sınırlarıydı. Rum yönetiminin 2003 yılında Mısır, 2007 yılında Lübnan ve 2010 yılında İsrail ile imzaladığı sınırlandırma anlaşmaları, Türkiye ve KKTC'nin itirazlarına konu olmuştur. Yine 2007 yılından itibaren Rum yönetimi hidrokarbon doğal kaynak arama ruhsat sahalarını ilan etmiş ve bu tartışmalı sınırlar üzerinde bazı anlaşmalar yapmıştır.
Deniz sınırlarından başlayıp bölgedeki doğal kaynakların çıkarılması ve taşınmasına odaklanan bu sürtüşmeler, Türkiye’nin kaygılarını dikkate almayan bazı bölge dışı güçlerin müdahalelerine de zemin hazırlamıştır. Bu müdahalelerden biri Türkiye’yi dışlayan Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nun kurulması, diğeri ise Türkiye’nin EastMed Boru Hattı projesinden dışlanmasıdır. Bir diğer ve daha yakın tarihli gelişme ise Kıbrıs Rum yönetimi, Yunanistan (Girit) ve İsrail arasında planlanan ve nihayetinde kıta Avrupa’sını Doğu Akdeniz’e bağlayacak olan Büyük Deniz Bağlantısı (GSI) projesidir.
Önerinin savunucuları, Doğu Akdeniz'de nispeten uzun kıyı şeridi nedeniyle uluslararası hukuka göre avantajlı bir konuma sahip olan Türkiye'nin Suriye ile yapacağı bir deniz sınırı anlaşmasının Türkiye'ye nispeten daha geniş deniz alanları sağlayacağını savunuyorlar.
Öneriye göre, deniz yetki alanları Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne (KKTC) devredilecek, ancak Türkiye'nin deniz yetki alanının bir kısmı yasal olarak KKTC ile Suriye arasında güneye doğru uzanabilir. Böyle bir deniz yetki sınırının yasal olarak mümkün olup olmadığı bir yana, Türkiye ile Suriye arasında olası bir deniz sınırı anlaşmasının bazı avantajları ve dezavantajları bu aşamada değerlendirilmelidir.
Tartışmalı sınırlar ve haklar
Kuşkusuz, böyle bir anlaşma Türkiye için kazanımlar sağlayacaktır, çünkü Suriye, Hatay bölgesinin Türkiye egemenliği altında olduğunu resmen kabul ediyor. 1980'lerin başında iki ülke karasuları yan sınırını belirlemek için müzakereler yaptı, ancak görüşmeler Hatay konusundaki anlaşmazlıklar nedeniyle başarısız oldu.
Bir diğer kazanım ise doğal gaz odaklı olacak. Deniz sınırlarının belirlenmesiyle birlikte Türkiye’nin bilgi ve deneyimi, altyapısı ve teknolojisi Suriye’ye doğal gaz arama faaliyetleri açısından da avantaj sağlayacaktır. Öte yandan Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki güçlü bölgesel rolünün Suriye’nin diğer bölgesel aktörlerle ilişkilerini güçlendirmesine de yardımcı olabileceği söylenebilir.
KKTC’nin Türkiye-Suriye deniz sınırı mutabakatına dahil edilmesi durumunda, sadece Rum yönetiminin maksimalist talepleri ve KKTC’nin haklarını gasp etmesinin önüne geçilmeyecek, aynı zamanda KKTC’nin Suriye tarafından en azından fiili olarak tanınmasının da önü açılacaktır.
Aslında Doğu Akdeniz’de devam eden gerginliğin temelinde, özellikle Rum yönetiminin Türkiye ve KKTC’yi dışlama yönündeki tek taraflı girişimleriyle oluşturulan tartışmalı deniz sınırları yatmaktadır. Rum yönetiminin 2003 yılında Mısır, 2007 yılında Lübnan ve 2010 yılında İsrail ile imzaladığı sınırlandırma anlaşmaları Türkiye ve KKTC’den itirazlara konu olmuştur. Yine 2007'den itibaren Kıbrıs Rum yönetimi hidrokarbon doğal kaynak arama ruhsat sahaları ilan etti ve bu tartışmalı sınırlar üzerinde bazı anlaşmalar yaptı.
Deniz sınırları üzerinden başlayan ve bölgeden doğal kaynakların çıkarılması ve taşınmasına odaklanan bu sürtüşmeler, Türkiye'nin endişelerini dikkate almayan bazı bölge dışı güçlerin müdahalelerinin de önünü açtı. Bu müdahalelerden biri Türkiye'yi dışlayan Doğu Akdeniz Gaz Forumu'nun kurulması, diğeri ise Türkiye'nin EastMed Boru Hattı projesinden dışlanmasıydı. Bir diğer ve daha yakın tarihli gelişme ise Kıbrıs Rum yönetimi, Yunanistan (Girit) ve İsrail arasında planlanan ve nihayetinde kıta Avrupası'nı Doğu Akdeniz'e bağlayacak olan Büyük Deniz Bağlantısı projesidir.
Dikkatli olunması gereken nedenler
Türkiye-Suriye deniz sınırı anlaşmasının avantajlarına rağmen, karasuları dışındaki deniz yetki alanı sınırlarının belirlenmesi sürecinin bu aşamada biraz dikkat gerektirdiği de belirtilmelidir.
Öncelikle, olası bir anlaşmanın Türkiye ile KKTC arasında 2011 yılında imzalanan Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması'nda uygulanan hukuki ilkelerle çelişmemesi gerekir. Aksi takdirde, Türkiye'nin yıllardır hem Doğu Akdeniz'de hem de Ege Denizi'nde deniz sınırlarının belirlenmesinde esas alınmasını vurguladığı uluslararası hukuki ilkelerle çelişecek ve Türkiye'nin hukuki konumuna zarar verebilecektir. Başka bir deyişle, olası bir deniz yetki alanı sınırlandırma süreci KKTC kıyılarındaki alanları kapsıyorsa, KKTC'nin olası deniz yetki alanlarını göz ardı etmek yerine, KKTC de süreçte taraflardan biri olmalıdır.
Bu konu, olası Türkiye-Suriye sınırlandırma anlaşmasının zamanlamasının uygunluğunu sorgulamamıza yol açabilir. Suriye'deki hükümetin geçici olması, bu hükümetin ülkelerle ilişkilerini hassas hale getiriyor. Bu aşamada, Suriye hükümetinin KKTC'yi tanımasını beklemek sadece zamanında bir beklenti olmayacaktır.
Üstelik, hükümetin geçici niteliği, herhangi bir deniz yetki alanı sınır anlaşmasının eleştiriye tabi tutulmasına neden olacaktır. Mevcut geçici hükümetin böyle bir anlaşma yapması tamamen yasal olsa da, bazı ülkelerin "geçici" statüsünü bahane ederek olası anlaşmaya şüphe düşürmek istemesi muhtemeldir. Türkiye-Suriye deniz sınırı, hem karasuları hem de kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge gibi deniz alanları için gerekli olsa da, niteliği ve zamanlaması doğru seçilmelidir.
Comments
Post a Comment