Tarihsel Perspektif İle Karasuları Uygulamamız
Doğu Akdeniz’e ilişkin karasuları uygulamamızı kısa bir genel karasuları uygulamamıza ilişkin tarihsel perspektif ile özetleyelim.1964 yılındaki kanuna göre karasularımız; Adalar (Ege) Denizi’nde 6 deniz mili, Karadeniz ve Akdeniz’de diğer kıyıdaş devletlerin tutumuna bağlı olarak 12 deniz mili olarak uygulanmıştır (Akdeniz’de ise Kemer Burnu’ndan geçen arza kadar 6 deniz mili, bu hattın doğusunda ise 12 deniz mili karasuyu uygulaması yapılmaktadır)
1964 yılında yürürlüğe giren kanun, 1982 yılında yürürlükten kaldırılmıştır. Yeni Karasuları Kanunu’nun 1. maddesinde “Türk karasularının genişliği 6 deniz milidir” hükmü ile “belirli denizler için, o denizlerle ilgili bütün özellikleri ve durumları göz önünde bulundurmak ve hakkaniyet ilkesine uygun olmak şartıyla, 6 deniz mili üzerinde karasuları genişliği tespiti üzerine” Bakanlar Kurulu’na yetki verilmiştir (Karasuları Kanunu, 1982)
Bakanlar Kurulu’nun 29 Mayıs 1982 tarihli ve 8/4742 sayılı kararıyla, 1982 Karasuları Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden önce karasularının genişliği ile ilgili olarak, Karadeniz’de ve Akdeniz’de mevcut olan durumun sürdürülmesi, bir başka ifadeyle bu deniz alanlarında karasularının 12 deniz mili olarak kalması kabul edilmiştir.
Doğu Akdeniz’de kıta sahanlığı ve MEB haklarımıza ilişkin tutumumuzu ve durumumuzu özetleyelim;
İlk kez 2 Mart 2004 tarihinde, Türkiye Cumhuriyeti tarafından BM’ye verilen nota ile Türkiye’nin 032 16 18 D boylamının batısında egemen Hakları olduğunu ortaya koyulmuştur. Ardından, 21 Eylül 2011 tarihinde KKTC ile kıta sahanlığı sınırlandırma antlaşması imzalanmış, müteakiben KKTC Bakanlar Kurulu tarafından 22 Eylül 2011 tarihinde TPAO’ya hidrokarbon işletme ruhsatı verilmiştir.
12 Mart 2013 tarihinde BM’ye verilen nota ile 32 16 18 D boylamında başlayan ve Mısır-Türkiye kıyıları arasında kalan alanın Türk kıta sahanlığı olduğu, Türk kıta sahanlığının batı sınırının ise 028D boylamı arasında kalan alanda ilgili ülkeler arasında yapılacak bir anlaşma ile belirleneceği deklare edilmiştir. 27 Kasım 2019 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Libya Ulusal Mutabakat Devleti Hükümeti arasında “Akdeniz’deki Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” (yürürlük: 8 Aralık 2019; tescil no: 56119; tescil tarih: 11 Aralık 2019) imzalanmış, bu Mutabakat Muhtırası daha sonra BM’de yayımlanmıştır. Müteakiben, 18 Mart 2020 tarihinde (A/74/757) BM’ye verilen nota ile Türkiye-Libya Deniz Yetki Alanları Sınırlandırma Antlaşma’nı içerecek şekilde ve Türkiye-Mısır kıta sahanlığı ortay hattını gösterecek şekilde bir harita tevdi edilmiştir.
Sonrasında ise BM Daimi Temsilciliğini tarafından BM’ye verilen 2 Temmuz 2020 tarihli mektup ile Türk kıta sahanlığı içindeki sondaj faaliyetlerimizin kararlılıkla devam edeceği vurgulanmıştır.Türkiye Cumhuriyeti, uluslararası hukuktan kaynaklanan hak ve menfaatlerine sahip olmak için denizler üzerindeki egemenlik ve münhasır ekonomik haklarının sınırlarını ortaya koyan deniz yetki alanlarını ilan etmiş veya öngörülen kısımlarını belirlemiştir.
1982 BMDHS, kıyı devletlerinin hakkaniyet ilkesine uygun olarak deniz yetki alanlarını belirleyebilmesine olanak vermektedir. Kıyı devletleri; “hakkaniyet” prensibinin yanı sıra “orantılılık”, “kapatmama” ve “coğrafyanın üstünlüğü” gibi uluslararası hukukun diğer prensiplerine uygun olarak deniz yetki alanlarını belirleyebilmektedir. Türkiye’nin 1982 BMDHS’yi imzalamaması gerekçe gösterilerek deniz yetki alanlarını 1982 BMDHS esaslarına göre belirlemeyeceği üzerine birtakım tartışmalar yapılmaktadır. Ancak şu hususları bu noktada vurgulamak yerinde olacaktır.
- 1982 BMDHS’de Türkiye’nin ısrarlı itirazcı olduğu kurallar, bu sözleşme teamül hukuku haline gelse bile Türkiye’ye uygulanmayacaktır.
- Bu çerçevede Türkiye, 1982 BMDHS’de ısrarlı itirazcı olmadığı diğer tüm kuralları da teamül hukuku olarak kabul ederek uygulamaktadır.
- Türkiye, BMDHS’nin diğer maddelerine ve kendisinin taraf olduğu antlaşmalar ile sözleşmelere uygun olarak, deniz yetki alanlarını uluslararası hukukun gerektirdiği şekilde ilan edebilir.
Türkiye, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne taraf olmamakla birlikte, birçok ülkenin taraf olmasından ve anılan sözleşmenin kurallarını uygulamasından kaynaklı sözleşme hükümlerinin aynı zamanda teamüle dönüştüğünün farkındadır. Uluslararası hukukun doğrudan bir kaynağı olan teamüller uluslararası sözleşmeler kadar etkili ve bağlayıcıdır ve Türkiye teamül hukuku olmasından birçok maddesini ve kurallarını uygulamaktadır. Aralarında ABD, Kolombiya, İsrail, Peru, Venezuela ve Türkiye gibi ülkelerin yer aldığı yaklaşık 30 ülke henüz Sözleşmeye taraf değildir.
Comments
Post a Comment