Güney Kıbrıs-Lübnan anlaşması nedir sorusuna cevaplar...

Rum - Yunan basını Kıbrıs-Lübnan Münhasır Ekonomik Bölge anlaşmasını "tarihi" olarak adlandırıyor. Rum-Yunan basınına, Helenlere ve içimizdeki cahil kurnazlara göre imzalanan bu anlaşma,"Mavi Vatan” doktrinine karşı bir yanıt niteliği taşıyor iddiası aslında öyle değil. Temel hukuk, coğrafya ve reel siyasete baktığınızda her şey çöküyor.

Öncelikle hukuki boyut:

🔸Türkiye, BM Deniz Hukuku Sözleşmesi'nin (UNCLOS) imzacısı değil.
🔸Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, BM Deniz Hukuku Sözleşmesi'nin (UNCLOS) imzacısı değil.
🔸Lübnan, BM Deniz Hukuku Sözleşmesi'nin (UNCLOS) imzacısı.
Bu önemli, ancak insanların düşündüğü şekilde değil.
BM Deniz Hukuku Sözleşmesi, hiçbir devlete gerçek kıyı şeritlerini silen veya "ilgili kıyıları" sadece siyasi olarak uygunsuz oldukları için görmezden gelen çizgiler çizme hakkı vermez. Bir anlaşma, Türkiye'nin anakara kıyılarını veya KKTC'nin kuzey kıyılarını sihirli bir şekilde silemez ve masada hiç bulunmayan taraf olmayanları bağlayamaz.
Sonrasında olanlar çok anlamlı. Güney Kıbrıs bu anlayışı neredeyse anında bozdu: Kıbrıs Türk tarafına yeni talepler, ardından Lübnan ile tek taraflı bir Münhasır Ekonomik Bölge hamlesi.
Coğrafi olarak, anlaşma bir kurgu üzerine kurulu: Kıbrıs'ı tek bir Rum - Yunan/Helen yönetimindeki ada gibi ele alıyor.
Kıbrıs, siyasi statüsünden memnun olsun ya da olmasın, fiziksel olarak var olan KKTC kıyı şeridini tamamen göz ardı ediyor. Küçük bir adanın, Doğu Akdeniz'deki baskın en uzun anakara kıyısı olan Türkiye'yi kesen devasa bir Münhasır Ekonomik Bölge duvarı oluşturabileceği izlenimi veriyor.
Bu, denizcilik davalarında tekrar tekrar kullanılan temel mantığa tamamen aykırı: orantılılık, ihlal etmeme, anakara hakimiyeti, hakkaniyet ilkesi ve adil sonuç. Bir adanın kıyı şeridinin yarısını ve bölgedeki en büyük anakara aktörünü görmezden gelirseniz, çizginiz siyasi olarak güçlü ama yasal olarak zayıftır.
Şimdi, herkesin sessizce örtbas ettiği Lübnan tarafı: Lübnanlı avukatlar ve yetkililer, yıllardır 2007 tarihli Kıbrıs-Lübnan taslak hattının Lübnan topraklarını binlerce kilometrekare kısalttığı konusunda uyarıyorlar. Hangi hesaplamayı kullandığınıza bağlı olarak, yaklaşık 2.500-5.000 km2'lik potansiyel deniz alanının kaybedilmesinden bahsediyoruz. Bu az bir rakam değil; gelecekteki gaz sahaları, nüfuz ve stratejik derinlik demek.
Üstelik Lübnan, İsrail ile 23. Hat, Kana vb. konulardaki görüşmelerle zaten zorlu bir deniz dosyasından geçti. Lübnan, haritadaki tek bir çizginin ne kadar hassas olabileceğini çok iyi biliyor. Beyrut, bu deneyimi daha güçlü bir pozisyondan yeniden müzakere etmek için kullanmak yerine, Güney Kıbrıs ile 2007'deki eski yapıyı temel alıyor:
🔸Hâlâ Kıbrıs Rum yönetimiyle basit bir "orta hat" mantığına dayanıyor
🔸Hâlâ Türkiye ve KKTC ile bir koordinasyonun neler getirebileceğini görmezden geliyor
🔸Hâlâ Rum-Yunan perspektifinden çizilmiş bir haritayı kabul ediyor
Reelpolitik açıdan: Lübnan kısa vadeli bir halkla ilişkiler zaferi ve şirketler için görünürde bir "netlik" elde ediyor, ancak stratejik olarak daha küçük bir denizi kabul ediyor ve bunu, ana bölgesel anakara aktörü Türkiye'yi denkleme dahil etmeden yapıyor.
Rum basınına göre ve çoğu kişinin bu imza hakkında yorum yaparken var olmadığını iddia ettiği Türkiye-Libya Münhasır Ekonomik Bölge anlaşmasına getiriyor.
Türkiye ve Libya 2019'da anlaşmayı imzaladıklarında basit bir şey yaptılar: Anakarayı anakaraya bağladılar. Bu koridor birdenbire ortaya çıkmadı; adaların deniz sınırlarının belirlenmesinde nasıl işlediğine dair daha gerçekçi bir bakış açısının uygulanmasıyla ortaya çıktı. Küçük adalar, eşitliği tamamen bozacak ve çok daha geniş kıyıları kesecek olan tam etkili Münhasır Ekonomik Bölge'lere otomatik olarak sahip olmazlar.
Bu koridor çizildiği anda, Doğu Akdeniz'deki eski Rum-Yunan hayal haritaları entelektüel olarak bitmişti. Bunu siyasi olarak görmezden gelebilirsiniz, ancak sudan silemezsiniz.
Peki bu Kıbrıs-Lübnan hattı aslında ne işe yarıyor?
🔸Türkiye'yi görmezden geliyor ve sanki BM Deniz Hukuku Sözleşmesi (UNCLOS) dışı bir taraf, Türkiye olmadan çizilmiş bir hattı kabul etmek zorundaymış gibi davranıyor.
🔸KKTC'yi görmezden geliyor ve kıyı şeridi yokmuş gibi davranıyor; oysa KKTC, o kuzey kıyısındaki gerçek toprakları ve limanları kontrol ediyor.
🔸Lübnan'ın deniz alanını daraltıyor ve Lübnanlı uzmanların yıllardır uyardığı kayıpları doğruluyor.
🔸Güney Kıbrıs sürekli olarak BM Deniz Hukuku Sözleşmesi (UNCLOS) söyleminin arkasına saklansa da, BM Deniz Hukuku Sözleşmesi (UNCLOS) ilkeleriyle (hakkaniyet, adil sonuç, ilgili kıyılar, orantılılık, kapatmama) çelişiyor.
🔸KKTC Cumhurbaşkanı Tufan Erhürman ile Güney Kıbrıs başkanı Hristodulidis arasındaki yeni anlayışı, doğrudan tek taraflılığa geri dönerek baltalıyor.
🔸Doğu Akdeniz'in stratejik geometrisini değiştirmiş olmasına rağmen, Türkiye-Libya koridorunun orada olmadığını iddia ediyor.
🔸Ciddi, kapsayıcı ve uzun vadeli bir çözüm değil.
🔸Güney Kıbrıs Rum Kesiminin maksimalist haritasını kilitlemeye çalışan, Lübnan'a daha geniş bir bölgesel yaklaşımla elde edebileceğinden daha azını veren ve Türkiye ile KKTC'yi coğrafi olarak merkezde oldukları bir denizden çıkaran siyasi bir gösteri hamlesi.
🔸Kağıt üzerinde bir zafer gibi görünse de, haritada, hukukta ve uzun vadede kırılgan bir hamle.
Türkiye ve KKTC'nin Münhasır Ekonomik Bölgesi'ni aniden reddeden ve tüm Kıbrıs deniz sahasını kendilerine ait olarak talep eden birçok kişi, hukukun gerçekte nasıl işlediğini unutmuş gibi görünüyor. Gerçek çerçeveyi masaya koyalım.
Türkiye, Doğu Akdeniz'de baskın ve kesintisiz 2280 kilometre kıyı şeridine sahip bir anakara devletidir. Her önemli denizcilik kararında, anakara kıyıları birincil referans çizgisini oluşturur. Bu bir görüş değil, tutarlı bir içtihattır.
Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı'nda (UAD 1969), Mahkeme, hakkaniyetin, ilgili koşulların ve orantılılığın herhangi bir mekanik eşit mesafeye üstün geldiğini açıkça belirtmiştir. Daha küçük unsurların bir anakaranın doğal izdüşümünü bozmasına izin veremezsiniz.
İnsanlar, aslında ne dediğini anlamadan "BM Deniz Hukuku Sözleşmesi-BMDHS" diye bağırmaya devam ediyor.
BM Deniz Hukuku Sözleşmesi'nin 121. Maddesi, adaların Münhasır Ekonomik Bölgeler oluşturduğunu kabul eder, ancak 121(3). Madde, yerleşime olanak tanımayan kayaları ve küçük unsurları sınırlar.
Adaların Kıta Sahanlığı/Münhasır Ekonomik Bölgesi olabilir fakat, bu haklara sahip olma konusu tartışmalıdır. MEB'nin doğduğu yer okyanuslardır, geniş deniz alanlarıdır. Bu nedenle kıyıdaş devletlere 200 millik uzun bir deniz sahasında egemenlik tesis etme yetkisi tanınmıştır.
1982 BMDHS 121. maddesinde adalar rejiminde ADALARIN Münhasır Ekonomik Bölge hakları olsa da, hakça paylaşım ilkesinde “ana kara denize hakimdir” prensibi esastır. Adalar geçerli olsa bile, 1982 BMDHS bir sınırlandırma anlaşmazlığında tam etkiyi garanti etmez. Hakkaniyet ilkeleri yine de sonucu belirler. Çünkü kıyıdaş devletlere 200 millik bir deniz sahası bırakılabilecek ölçüde denizalanı yoktur.
İşte bu yüzden Adalar denizi ve Doğu Akdeniz yarı-kapalı deniz statüsündedir. Meis, Rodos, Kerpe ve Kaşot adaları Yunanistan'ın kıta sahanlığında değil, Türk kıta sahanlığındadır.
Kıbrıs da tek bir deniz birimi değildir. İki yönetim ve iki kıyı şeridi vardır. KKTC hakkında siyasi olarak ne düşünülürse düşünülsün, kuzey kıyı şeridi silinmez. Deniz hukuku coğrafyayla ilgilenir, tanıma siyasetiyle değil. Kıyı şeritleri fiziksel gerçeklerdir.
KKTC’nin Deniz Yetki Alanı Uygulamaları: Münhasır Ekonomik Bölge devletin deniz ülkesi, iç sular ve karasularından oluşmaktadır. Karasularının iç sınırı, iç sular rejiminin geçerli olduğu deniz alanı ile karasular rejiminin geçerli olduğu deniz alanını ayıran sınırıdır. KKTC karasularının genişliği 12 mil, kıta sahanlığı ise 200 mildir.
Türkiye ve BM Deniz Hukuku Sözleşmesi'ne gelince:
Evet, Türkiye taraf değildir. Ancak bu aynı zamanda, BM Deniz Hukuku Sözleşmesi'nin uyuşmazlık çözüm mekanizmasını veya herhangi bir ada-maksimalist yorumunu taraf olmayan birine dayatamayacağınız anlamına da gelir. BM Deniz Hukuku Sözleşmesi'nin örf ve adet hukuku olan kısımları, eşitlik, orantılılık ve ilgili koşullar, Türkiye'nin tutumunu destekler; internette dolaşan maksimalist ada iddialarını değil.
VURGUYORUM: KKTC egemen, anayasal bir devlet değildir, Münhasır Ekonomik Bölgesi de yoktur diyenler ULUSLARARASI deniz hukukunu okusun. Uluslararası hukukun doğrudan bir kaynağı olan teamüller uluslararası sözleşmeler kadar etkili ve bağlayıcıdır. Türkiye ve KKTC teamül hukuku olmasından birçok maddesini ve kurallarını uygulamaktadır. Aralarında ABD, Kolombiya, İsrail, Peru, Venezuela ve Türkiye gibi ülkelerin yer aldığı yaklaşık 30 ülke henüz BM Deniz Hukuku Sözleşmesi'ne taraf değildir.
Türkiye'nin MEB duruşu, her davada kullanılan mantığı takip eder: anakara hakimiyeti, tecavüz etmeme, kesinti etkilerinden kaçınma, orantılılık. Bunların hiçbiri yeni, radikal veya "revizyonist" değildir. Konu ciddileştiğinde deniz sınırları tam olarak böyle çizilir.
Sonuç
Lübnan'ın yaklaşık 20 yıl sonra Rumlarla Doğu Akdeniz'de deniz yetki alanlarının sınırlandırması anlaşması imzalamasına ikna edilmesinin arkasında AB kredileri, ABD ve İsrail var. Lübnan Türkiye ile anlaşma yapsaydı yaklaşık Kıbrıs Adası büyüklüğünde bir alanı kazanmış olacaktı. Ancak GKRY ile yaptığı anlaşmada bu alanın tamamından vazgeçti. Bu durum üzerlerinde muazzam bir baskı olduğunu gösteriyor. Esasen usul ve esasta Lübnan iç hukuku açısından sorun vardır. Diğer yandan Lübnan ve GKRY, Türkiye’nin haklarını gasp etmiş, KKTC’yi de yok saymıştır. Türkiye ile KKTC'nin kıyı şeritlerini silen ve kendi siyasi taahhütlerinizi ihlal eden hatlar üzerine istikrarlı bir Doğu Akdeniz düzeni inşa edemezsiniz.




Comments

Popular posts from this blog

KKTC’nin ve/veya “Kıbrıs Türk Devleti”nin Doğu Akdeniz'de ruhsat sahaları

Türkiye ve KKTC, BMDHS taraf olmamasına rağmen Münhasır Ekonomik Bölge ilan etme hakkına sahiptir.

Doğal Gaz Kaynakları ve Transfer Rotaları Bağlamında Doğu Akdeniz