Doğu Akdeniz'in önemi ve Kıbrıs Adası!

Bir ülkenin jeopolitik gücü, coğrafi konumu ve beşeri değerlerle oluşur. Kıbrıs Adası, Kuzeydoğu Akdeniz’de 9,283 Km2 gibi küçük yüzölçümüne sahip, kara parçasında doğal kaynakları bulunmayan bir adadır. Buna karşın önemi çok büyüktür. Bu önem coğrafi konumundan, stratejik ve jeopolitik oluşumlarından ileri gelmektedir.
Kıbrıs sahip olduğu jeopolitik konumu dolayısıyla tarihsel geçmişinde ve günümüzde, Avrupa, Asya ve Afrika kıtaları arasında önemli roller oynamıştır. Ticaret yollarının kesişme noktası olması dolayısıyla tarihte pek çok devletin Kıbrıs’a sahip olma emelleri olmuştur.
Kıbrıs’ı elde bulunduran güçlü bir devlet, Ortadoğu sorunlarında söz hakkına ve Ortadoğu devletleri üzerinde prestij sağlayacak bir konuma sahip olur. 
Kıbrıs, Asya, Afrika ve Avrupa’nın birleştiği nokta ve Süveyş Kanalı’nın önünde sanki bir “kapı görevi” görmektedir. Günümüzde yeni jeopolitiği ile Kıbrıs ABD, Rusya, AB ve Ortadoğu’nun birleşme noktasındadır. Bu evrensel güç odaklarının çıkarlarının yol kavşağında, politikalarının güzergahı üzerindedir.
Coğrafi konum itibariyle Kıbrıs adası dünya ekonomisin önemli bir alt coğrafyası olan Doğu Akdeniz’de “batmayan bir uçak gemisi” gibidir. Bu konumundan daha da önemli olan KKTC Türkiye açısından ikinci bir donanmadır. Enerji kaynakları, enerji ulaşım terminalleri, Doğu Akdeniz’de tespit edilen hidrokarbon kaynakları dolayısıyla her geçen gün Ortadoğu’da stratejik önemi her zamankinden daha çok artmaktadır.
Kıbrıs’ın stratejik, jeopolitik ve jeoekonomik önemi evrensel, Ortadoğu, Türkiye ve Yunanistan boyutunda değerlendirilecek niteliklere sahiptir. Konu özetle Yunanistan ve Türkiye boyutunda değerlendirildiğinde çarpıcı bir durumla karşılaşılmaktadır.
Yunanistan, ENOSİS’İ gerçekleştirmesi (Kıbrıs’ı alması/ilhak etmesi) halinde, Türkiye’yi batı ve güneyden kuşatma olanağına kavuşacaktır. Böylece Yunanistan Türkiye’ye karşı jeopolitik gücünü artıracak, Ege’deki hedeflerinin önü açılacak, Kıbrıs’ta konuşlandıracağı uçaklarla ve yerleştireceği füzelerle Anadolu’nun derinliklerine kadar etkili olabilme olanağına kavuşacak, Türkiye’yi Güney’den de tehdit edebilecek konuma gelecektir. Ayrıca Yunanistan bu yolla, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de, Ortadoğu’da ve Kıbrıs’taki üstünlüğüne, nüfuzuna ve kontrolüne de son verecek, Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz’deki hava ve deniz yollarını denetim altına alacaktır. Doğu Akdeniz’de ve Kıbrıs’ta, Ortadoğu’da her bakımdan söz sahibi bir ülke olacaktır. Bu da Ege sorunları benzeri sorunları Türkiye’nin güney kıyılarına, Doğu Akdeniz’in kuzey doğusuna da taşıyacaktır.
Kıbrıs, Türk -Yunan ilişkilerinde çok önemli bir denge unsurudur. Türkiye ve Yunanistan için Kıbrıs’ın stratejikve jeopolitik önemi bu açıdan da değerlendirilmelidir. Bu noktada Kıbrıs’ın stratejik önemi devreye girmekte ve Kıbrıs’ta Türkiye’nin statü ve haklarının korunması zorunluluğu çok açık bir şekilde görülmektedir. Uluslararası antlaşmalarla Türk-Yunan dengesinin Kıbrıs üzerinde kurulması ve Doğu Akdeniz’de bu dengenin korunması, Türkiye açısından stratejik ve jeopolitik bir önem taşımaktadır. 
Kıbrıs Adası, Türkiye’nin Güney’den ikmal yollarını etkin bir şekilde kontrol etme olanağına sahiptir. KKTC’nin varlığı nedeniyle bugün Kıbrıs Adası, Türkiye’ye güney bölgesinden güvenli çıkış olanağı sağlamaktadır. 
GKRY’nin Deniz Yetki Alanlarını Paylaşma Girişimin Perde Arkası 
GKRY’nin görünürde “sahnede” olduğu, perde arkasında Yunanistan’ın ve destekçileri ABD, İngiltere, Fransa ve AB’nin bulunduğu Doğu Akdeniz’de petrol arama oyununda esas hedef Türkiye, Kıbrıs Türk halkı ve Rum “egemenliğini” denize yayma stratejisidir. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Doğu Akdeniz’de önce 17 Şubat 2003 tarihinde Mısır, 17 Ocak 2007 tarihinde Lübnan ve 17 Aralık 2010 tarihinde İsrail ile Münhasır Ekonomik Bölge Sınırlandırma Anlaşmaları yapmıştır.
 Günümüzde ise GKRY doğalgaz ve petrol arama girişimlerini ABD, Fransa ve İtalya gibi devletlerin uluslararası petrol şirketleri ile yaptığı arama anlaşmaları, başlattığı doğalgaz sondajlarıyla Türkiye üzerinde uluslararası alanda siyasi baskı yaratmaya ve belirledikleri hedeflere ulaşmaya çalışmaktadır. Ancak Türkiye, NAVTEX ilanlarıyla ve İtalyan Şirketi ENİ’nin sondaj gemisini Türk Deniz Kuvvetleri’nin uzaklaştırmasıyla Türkiye’nin ve KKTC’nin haklarını koruyacağını ve bu tür girişimlere izin vermeyeceğini kesin olarak göstermiştir. 
GKRY, AB’nin, ABD’nin, Yunanistan’ın ve İsrail’in desteği ile Doğu Akdeniz’de sürdürdüğü girişimlerin son derece önemli ve tehlikeli gelişme potansiyeli vardır. Öncelikle girişim, Kıbrıs uyuşmazlığı ile Doğu Akdeniz’de mevcut Türk-Yunan rekabeti bakımından stratejik, jeopolitik ve tarihi öneme sahiptir. GKRY bilinçli bir politika ile Türkiye’nin stratejik, jeopolitik, jeoekonomik çıkarları, güvenliği, kısaca geleceği açısından çok büyük öneme sahip bir sorunu gündeme taşımıştır.
 Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Avrupa Birliği’ni taraf haline getirmek, Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkilerini de etkileyecek ve uluslararası aktörleri de taraf haline getirecek bir siyasi oyuna girişmiştir. Doğu Akdeniz bölgesinin son derece önemli ve o ölçüde de hassas bir bölge olması ve Rusya’nın Doğu Akdeniz’deki varlığı, askeri gücü ve artan nüfuzu sorunun önemini ve boyutunu daha da artırmaktadır. 
Doğu Akdeniz’in karmaşık fiziki ve siyasi coğrafyası, çatışan menfaatler ve bölgede bulunan doğal kaynaklar nedeniyle son zamanlarda önem kazanan kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge sınırlarının belirlenmesi işleminin öncelikle, bu denize kıyısı olan Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail, Mısır, Yunanistan, İngiltere, Filistin, KKTC ve GKRY’nin katılacağı çok taraflı bir antlaşma ile çözüme kavuşturulması hukuki bir gerekliliktir.
Bahse konu kıyıdaş devletlerin tamamının katılımıyla, Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarının paylaşımı pek mümkün görülmese de, Türkiye’nin ileride ulaşılacak çözümün zeminini oluşturmaya hizmet etmek üzere, bir an önce kendi tezlerini ve teknik çalışmalarını hazırlaması ve taleplerini belirgin hale getirmesi gerekmektedir. Türkiye’nin münhasır ekonomik bölge sınırlarını belirlemesi, Doğu Akdeniz’deki politikalarını ve uygulamalarını bu sınırlara göre yönlendirmesi açısından da büyük önem arz etmektedir.

Belirlenecek yeni politikada iki seçenek masada duruyor: Bunlardan birincisi Türkiye Cumhuriyeti ve KKTC’nin bağımsız devletler olarak ayrı ayrı ilan edecekleri kendi MEB’leri içerisinde hidrokarbon aramalarında bulunmak. İkincisi ise uluslararası şartların değiştiği dikkate alınarak gelecek yıldan itibaren KKTC’nin Türkiye ile bütünleşmesine odaklanmak suretiyle ilan edilecek yeni MEB’de hidrokarbon aramaları yapmak. 
Her iki durumda da deniz alanımızda bulunan potansiyel kaynakların araştırılmasına öncelik verilmeli. Şimdiye kadar derin denizlerde keşif-arama çalışmalarında pek bulunmadığımız ve denizlerimizi ihmal ettiğimiz bir gerçek. Bu durum Doğu Akdeniz için daha fazlasıyla geçerli. Gerek kendi imkanlarımızı geliştirerek gerekse derin denizde arama teknolojisine sahip yabancı şirketlerle ortaklık yoluyla tüm deniz alanlarımızı kapsayacak bir enerji arama seferberliği başlatılmalı.
Sonuc olarak, Doğu Akdeniz, stratejik ve jeopolitik açıdan önemli bir enerjiye kaynak bölgedir. Bundan dolayı bölgede petrol ve doğalgaz arama girişimlerinin başlamasıyla, uluslararası boyuta da taşınacak yeni paylaşım ve denge sorunları ortaya çıkmıştır. Böyle bir gelişme bölgenin genel stratejisini ve jeopolitik yapısını önemli ölçüde etkileyecek bir niteliktedir. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de bir “oldubittiye” karşı her türlü siyasi ve askeri tedbiri alması gerekiyor ve ilk atılacak adım ise Münhasır Ekonomik Bölge(MEB) ilanı olmalı.



Comments

Popular posts from this blog

"Altın Madeni’nde Siyanürle Altın Aranıyor" iddiası..

Akdeniz’in Hidrokarbon Potansiyeli

Yörükler-1 kuyusu kuru kuyu olma ihtimali riski çok yüksek